Ortadoğu ve Ortadoğu’da yerleşik devletlere dair son yıllarda çokça dile getirilen “Sykes-Picot düzeni”nin değişmeye yüz tuttuğu, bölgenin bünyesinin artık bu yapay sınırları kaldıramadığı ve kendi kültürel kodları ve arka planına endeksli daha doğal sınırlara sahip olacağına dair söylemler gittikçe daha güçlü bir sesle dile getirilmekte ve yeni döneme dair siyasi haritalar adeta havada uçuşmaktadır. Ortadoğu’da federalizm çağını “müjdeleyen” münadilerin seslerinin Suriye’de durumun çıkmaza girmesinden ve ardından Irak’ta IŞİD’in Musul’u ele geçirip başkenti zorlamaya başlamasından sonra daha bir gür çıktığı görülmektedir. Her ne kadar bu söylemler çatışma alanlarından yola çıkılarak dile getiriliyorsa da gerek doğal kültürel kodların etnisite ve mezhebe işaret ediyor olması, gerekse de çatışma alanlarına –söz konusu kodların referansıyla- doğrudan müdahalelerinden dolayı sıcak çatışmanın yaşanmadığı bazı devletler de yeni düzene dair senaryolarda önemli bir yere sahipler. Bu sınıfa giren ülkelerin başında İran zikredilebilir.
İran bir yandan Azeri, Kürt, Beluc ve Arap gibi çok çeşitli etnik grupları barındırırken öte taraftan Şiiliğin dünyadaki hamisi ve temsilcisi devlet olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla sınırların değişimi konuşulurken İran olası senaryoların önemli bir figürü olarak ortada durmaktadır. Yeni düzenin ana belirleyeni olarak görülen etnisite ve mezhep unsurları, İran’ı yakından ilgilendirmekte ve onu durumdan etkilenebilecek ilk devletler arasına sokmaktadır. Yani eğer Ortadoğu’da sınırlar etnisite ve mezhep ekseninde yeniden tartışılacaksa İran bu tartışmaların dışında kalamaz. Burada cevabı aranması gereken soru şudur: Yeni düzenden etkilenmesi kaçınılmaz olan herhangi bir devlet –ya da bu yazıda söz konusu edilen İran- vakit kaybetmeden kendi sistemini yeni düzene hazır hale getirmeye mi çabalayacaktır yoksa yeni durumun kendisini kuşatıp, sonuçlarını dayatmasını mı bekleyecektir?
Bu soruya kesin bir cevap vermek zor olsa da İran’ın birinci yöntemi benimseyip hazırlık yapmayı tercih ettiğine dair önemli bir bilgi 22 Haziran tarihinde İran İçişleri Bakanı yardımcısı Cevad Nasıriyan tarafından resmi haber ajansı İRNA ile gerçekleştirdiği röportajda dile getirildi. Nasıriyan, ülkenin idari yapısını oluşturan 31 eyaletin 5 bölge halinde yeniden düzenlendiğini ve mevcut eyaletlerin coğrafi konumları ve ortak kültürel öğeleri dikkate alınarak bu 5 bölgeden birisinin kapsamına alındığını söyledi. Projenin hedefini sinerji, tecrübe alışverişi, iletişim ve bölgesel kalkınma olarak ortaya koyan bakan yardımcısının açıklamalarına göre bölgeler ve kapsadıkları eyaletler şu şekilde planlanmış durumda:
Birinci bölge: Tahran, Kazvin, Mazenderan, Semnan, Gülistan, Elburz ile Kum eyaletleri.
İkinci bölge: İsfahan, Kohkiluye ve Buyerahmed, Fars, Buşehr, Çaharmahal ve Bahtiyari ile Hürmüzgan eyaletleri.
Üçüncü bölge: Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Erdebil, Zencan, Gilan ile Kürdistan eyaletleri.
Dördüncü bölge: Kermanşah, İlam, Loristan, Hamedan, Merkez ile Huzistan eyaletleri.
Beşinci bölge: Rezevi Horasanı, Güney Horasan, Kuzey Horasan, Kerman, Yezd ile Sistan-Belucistan eyaletleri.
Projeye göre her bölgenin biri kendi içinde, diğeri İçişleri Bakanlığında iki sekreteryası olacak ve bölge sorumluluğu eyaletler arasında dönüşümlü olarak üstlenilecek. Böylece eyalet bazlı olan kalkınma hedeflerinin bölgesel baza taşınması ve eyaletlerin sorunlarını başkent yerine bölgesel düzeyde ve kendi aralarında çözmeleri hedeflenmiştir.
Bakan yardımcısı daha çok düzenlemenin “teknik” boyutlarına dikkat çekse de projenin sosyal ve siyasi boyutlarının olduğu da ortadadır. Esasen düzenlemenin bu boyutu için İran İçişleri Bakanı Rahman Fazlı’nın Meclisten güven oyu aldığı gün konu ile ilgili yaptığı açıklamalara bakmak yeterli olacaktır. Bakan daha Kasım 2013’te Mecliste yaptığı konuşmada, ülkenin idari yapısının eyalet sisteminden bölgesel sisteme geçeceğini açıklamıştı. Böylece bölgelerin gelişmesinin önündeki bürokratik engeller ortadan kalkacak, devlet küçülmüş olacaktı. İçişleri Bakanı her ne kadar bu projeyi ülkenin halihazırdaki eyalet eksenli idari yapısının değişmesi olarak görmüyorduysa da yeni bölgesel sistemde kültürel, sosyal, ekonomik ve emniyet unsurlarının dikkate alınacağını dile getiriyordu. İçişleri Bakanı sonraki bir tarihte katıldığı bir sempozyumda projenin siyasi boyutunu daha açık bir şekilde dile getirmişti:
“Projenin amacı merkezi hükümetin yetkilerinin bir kısmını bölgelere devretmektir. Bu şekilde bölgesel katılımın ulusal düzeye çekilmesi mümkün olabilir. Yetkinin temel politikalar ve doğru yöntemlerle halka verilmesi dışında herhangi bir yolla bir yere varılamaz. Sistemde halkın rolünü ve sorumluluğunu arttırıp uygulamayı onun gözetimine bırakmak gerekiyor. Merkezi yönetimin hem planlayıcı, hem gözetleyici hem de uygulayıcı olması olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. İran’da son 100 yıldaki idari yöntemlere bakıldığında tepeden inme bir sistemin olduğu ve halkın karar alma konusunda bir rolünün olmadığı görülecektir. Oysa halkın kendi kaderini tayin hakkı konusundaki en ileri bakış açısı bizzat İslam Devrimi ve Anayasada mevcuttur. Devrim ve Anayasa tepeden tırnağa tüm yetkileri halka vermiş ve halka güvenini göstermiştir. Buna göre bütün işler muhtelif sistemlerle halka bırakılmalıdır. Ülkenin kurtuluşunun yolu da bu bölgesel sistemdir.”
Ülkenin kurtuluşunun yolunun “halkın kendi kaderini tayin hakkı”nı kapsayan bölgesel sistemde olduğu vurgusuna bakıldığında yeni düzenlemenin önemi ortaya çıkmaktadır. Fakat proje bakan yardımcısı tarafından açıklandığında birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Hafta içinde birçok milletvekili projenin durdurulması çağrısı yaptı. Bunun yanında bazı politika ve ekonomi uzmanları ülkenin ilerlemesi, Tahran ve diğer eyaletler arasındaki eşitsizliğin azalması, başkentin dengesiz büyümesinin önüne geçilmesi ve vatandaşların yerel yönetimlere daha fazla katılımının sağlanması açısından Adem-i merkeziyetçi yeni sistemi faydalı bulduklarını belirtmektedirler.
Aslına bakılırsa bölgesel düzenlemenin bu haliyle kalması durumunda atılan adımın sadece ekonomik alanla sınırlı kalacağını, sosyal ve siyasal anlamda Bakan’ın iddia ettiği etkilerden uzak olduğunu söylemek gerekmektedir. Çünkü her ne kadar gücün, aracı kurumlarla halka verilmesinin amaçlandığı iddia ediliyor ve ülkenin bölgelere ayrılmasında komşuluk, coğrafi konum ve ortak noktalara dikkat edildiği belirtiliyorsa da hangi eyaletin hangi bölgede yer aldığına bakıldığında kültürel ve coğrafi ortaklıklara dikkat edilmediği, tersine yakın kültürel kodlara sahip eyaletlerin farklı bölgelere dağıtıldığı kolaylıkla görülebilmektedir. Yani yazının başında değinilen etnisite ve mezhep gibi temel belirleyenler özellikle dikkate alınmamış durumdadır.
Aslında Hatemi döneminde aynı amaçla bir ön çalışma yapılmış fakat uygulanmamıştı. O dönem yapılan çalışma ortak noktalar açısından daha makul görünüyordu. Örneğin Kürdistan, Kermanşah, İlam ve Loristan gibi ortak noktaları daha fazla olan eyaletler aynı bölgede değerlendirilmişti. Oysa şimdi mesela Sünni Kürtlerin yaşadığı Kürdistan; Azerbaycan, Zencan, Erdebil gibi Şii Azerilerin yoğunlukta olduğu eyaletlerle aynı bölgede yer almaktadır. Benzer biçimde İran’ın en sorunlu Sünni bölgelerinden olan Sistan-Belucistan eyaleti ile Şii dünyasının en önemli merkezlerinden olan Meşhed şehrinin bulunduğu Horasan eyaleti aynı bölgede yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında düzenlemenin doğal kültürel kodlardan ziyade siyasi mülahazalarla ve federalizm ötesi endişelerle hazırlandığını söylemek mümkündür. Federalizmin bir sonraki adımı olan bağımsızlık endişesi merkezi hükümeti ülkeyi bir arada tutabilmek adına böyle bir karara sevketmiş olabilir ama böyle bir planın başarıya ulaşacağı kuşkuludur.
Makro düzeyde bile yapay haritaların iflasından bahsedilirken bunu mikro düzeyde başarılı bir şekilde uygulama ihtimali Ortadoğu’nun halihazırdaki durumu ve İran’ın yaşadığı çeşitli sorunlar dikkate alındığında sorgulanmaya açıktır. Planın revize edilmemesi durumunda öngörülenin aksine yeni bir krizin öncüsü olma ihtimali de yüksektir. Farklı etnik ve mezhebi grupların aynı bölge içinde yer alması iç çatışma potansiyelini de taşıyacaktır. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi merkezi yönetime otorite kurma şansı tanıyabileceği gibi bütün ülkeye sıçrayan bir kaos riskini de barındırmaktadır. Kaldı ki Farslar ve Türkler’in, Abbasilerin iki grubu birbiriyle dengeleme politikasını boşa çıkaran işbirlikleri bu kez Kürtler ve Azeriler arasında gerçekleşebilir ve bu şekilde tarih farklı aktörlerle tekerrür edebilir. Ancak her şeye rağmen bahsi geçen bölgesel sistem düzenlemesi açısından İran hala yolun başında ve bu proje çeşitli revizyonlara gidilerek daha uygulanabilir ve doğal kodlara uygun bir hale getirilebilir.
[ORMER, 9 Temmuz 2014]