Türkiye’in bir imparatorluk arayışı içinde olduğuna dair ithamları ilk defa işitmiyoruz. Avrupalılar bu ihtimalden yine endişe duyuyormuş. Bu ithama bir tek biz maruz kalıyoruz da nedense sömürgeciliğin alasını yapmış ve hala da imparatorluklarını kurmaya ve korumaya çalışanlar maruz kalmıyor.
Ve nedense biz bu konuda anlamsız bir kompleks içindeyiz. Belki de imparatorluk kavramını 19. Yüzyıldan itibaren gelişen Marksist söylemin bir parçası olarak görme alışkanlığından olsa gerek hemen sömürgecilikle ilişkilendirip kolonyalizm karşıtı bir söylemle kendimizi savunmaya çalışıyoruz. Halbuki bunların Türkiye ile hiç alakası yoktur. Pek tabii ki Türkiye de tüm diğer ülkeler gibi kendi sınırlarının ötesinde güç ve nüfuz isteyebilir. Önemli olan bunun nasıl kurgulandığıdır.
Dünyaya ne sunduğudur. Adının ne olduğunun bir önemi yoktur. Her devlet bunu ister. Kimileri daha incelikli sunar kimileri daha kaba sabadır. Adı değişir ama imparatorluk formu hep vardır.
Dünya siyasetinin gerçeklerine az biraz yakından bakarsanız Türkiye'yi suçlayanların asıl emperyalistler olduğunu görmeniz uzun sürmez. Şöyle düşünün. Amerika bir imparatorluk mu? Tabii ki. Rusya? Tartışmasız. Çin? Evet. Avrupa Birliği bir imparatorluk projesi değil mi? Hiç şüphe yok. Bir nevi Kutsal Roma Germen İmparatorluğu arayışı. Ama söz konusu Türkiye olduğunda nedense biz Osmanlı'nın adını bile anmaktan korkar olduk. Yeni-Osmanlıcı falan dediklerinde hemen aksini ispat etmeye çalışıyoruz. Osmanlı falan olmasına gerek yok. Evet, Türkiye de yeni yüzyıla daha büyük bir güç olarak girmek istiyor. Onlara ayıp olmayan bize hiç ayıp değildir.
Uluslararası sistemin ulus devletler arası bir rekabet alanı olduğu söylenir. Ama nedense büyük güçlerin hepsinin birer imparatorluk formunda olduğu pas geçilir. Bunu en iyi Almanlar bilir. Yaklaşık iki yüz yıldır bir imparatorluk olma mücadelesi veren Almanlar bunu başaramadıkları için ezilmektedir. Ve aslında bunu aşmak için Avrupa Birliği yoluyla bir ekonomik imparatorluk kurma çabasına kendisini bağlamıştır.
Çevremizde yeni bir dünya şekillenirken bu tür ithamlara pabuç bırakacak bir komplekse girersek büyük devlet vizyonunu asla inşa edemeyiz. Bahsettiğim Türkiye'nin bir sömürge imparatorluğu kurması tabii ki değil. Ancak herkes kendi ekonomik, siyasi veya kültürel yayılmasına hazırlanırken Türkiye'nin büyük devlet vizyonunu dile getirmekten korkmaması lazım. Öncelikle bu eziklik barajını aşabilirsek ve doğru düzgün bir stratejik vizyon çizebilirsek yeni döneme bir büyük güç olarak girebiliriz. Tabii ki bunun incelikli ve sükunetli olması lazım. Öyle imparatorluk hayalleriyle boş rüzgâr estirmekten bahsetmiyorum. Çevre ülkelerin gözünün içine sokarak gerçekleştirilecek bir askeri yayılmacılık demiyorum. Aksine son derece aklı başında bir düzen önerisi ve yeni bir modele dayalı bir büyük Türkiye vizyonu kurmaktan söz ediyorum. Temelinde "dünya beşten büyüktür" diyen bir arayış.
Ama her şeyden önce büyük bir devlet olmaya dair özgüvenimizi kıranlara karşı daha cesur olmak durumundayız. Ben toplumun buna hazır olduğunu düşünüyorum. Bu toplumun bir "imparatorluk" tarihi vardır. Ve hayalleri de doğal olarak o yöndedir. Bu toplumsal inanç ve kanaat yeter ki doğru yönetilsin. Ben Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "asırlık uyanış" derken tam da bunu kast ettiğine inanıyorum. Adına ne derlerse desinler Türkiye sınırlarını aşan bir etkinlik üretmek zorunda. Aksi taktirde bir yüzyıl daha kayıptır. Çünkü bakmayın uluslararası siyaset denildiğine. Asıl aktörler hep imparatorluklardır.
[Sabah, 21 Eylül 2020].