Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olma ihtimalinin konuşulmaya başlandığı andan itibaren, akla gelen ilk soru şuydu: “AK Parti’nin durumu ne olacak?” İlk kez 2007 öncesinde sorulmaya başlanan ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmesiyle birlikte uzunca bir süre kamuoyunun gündeminden düşen bu soru, parti elitleri nazarında popülaritesini hiç yitirmedi.
AK Parti, kuruluş sürecinde kendisini bir “ideoloji partisi” olarak değil, bir “kitle partisi” olarak konumlandırdı. “Kimlik siyaseti” yerine “hizmet siyaseti” yapacağını duyurdu. Dar bir kadroyla değil, eski Türkiye’nin tasfiyesinden yana olan kesimlerin temsilcilerine de alan açarak sahneye çıktı. Kalkınma ve adalet vurgusu yaparak, topluma çözümün parçası olacağı sözünü verdi.
AK Parti’nin güçlü bir toplumsal destek ve heyecanla iktidara taşınmasında siyasal vaatleri, sahip olduğu zengin siyasal temsil potansiyeli ve uyguladığı müzakere siyaseti etkili oldu. AK Parti, 1990’larda daralan siyasal alanı genişleteceği, etkileri giderek ölümcül bir hal alan ekonomik krizi ortadan kaldırabileceği ve gerilen toplumsal alanı rehabilite edebileceği konusunda toplumu ikna etti. Ve bütün bu süreç, Irak’ta büyük bir savaşın patlak vereceği, bütün bölgesel ve hatta küresel dengelerin altüst olacağı beklentisinin had safhada olduğu bir zaman diliminde yaşandı.
Daha kurulalı bir yıl bile olmadan iktidara gelen AK Parti, o günden bugüne girdiği bütün seçimlerde birinci parti oldu, oyunu artırdı. Bu süreçte muarızları da, ürettikleri karşıt söylemin dozu da arttı. Elbette bütün bunlar Erdoğan liderliğinde hayata geçti ve sıradanlaşacağı beklenen“karizma”, daha da kökleşti.
Peki ya bundan sonra ne olacak? Eğer R. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olur da partinin başından giderse AK Parti bu başarısını sürdürebilir mi? Erdoğan’ın herhalükarda partide etkili bir figür olacağı yönünde verilecek hızlı bir cevapla savuşturulacak cinsten bir soru değil bu. Nihayetinde siyasal parti dinamiklerini şekillendirecek olan, aktif liderlik yapısının sıcak temasları olacak.
Elbette bunu herkesten önce Erdoğan biliyor ve belki de verdiği kararda kendisini en fazla zorlayan husus bu. Dün partisinin İstanbul İl Danışma Meclisi’nde yaptığı konuşma, ilk kez bu gerilimi dışa vurmuş oldu. Erdoğan, “isim ve ikbal tartışması” yerine “dava şuuru”na sahip çıkmak gerektiğini belirtti. 2010 referandumundan sonra, üst düzey bir parti yöneticisi,“önümüzdeki en büyük imtihan partiyi kurumsallaştırmak ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı sonrasına partiyi hazırlamak” demişti. Erdoğan’ın bu vurgusu her şeyden önce tam da bu “kurumsallaşma”ya atıfta bulunuyor olabilir. Peki ya “dava şuuru” vurgusunu nasıl izah etmeliyiz? Eminim, birçok kişi bunu AK Parti’nin kitle partisinden ideoloji partisine dönüşünün bir başka nişanesi sayacak. Fakat bu doğru değil.
Eğer araya başka bir gündem girmezse bir sonraki yazımda “dava şuuru” kavramının yeni dönemde AK Parti için ne anlam ifade ettiğini tartışmaya çalışacağım.
[Akşam, 24 Haziran 2014]