Siyasetin sürprizlere açık olduğu söylenir. Halbuki ana dönüşüm ve kırılma anları yüksek sesle, bağıra çağıra gelir. İşte siyasi hayatımızın yeni bir kırılma anı da böyle, hepimizin gözleri önünde adım adım geliyor.
HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinden bahsediyorum. Bu partinin eş genel başkanı Demirtaş'ın güvenlik güçlerinin yürüttüğü operasyonlara tepki olarak çarşamba günü Sur'a yürüme çağrısı Kürt halkında cılız bir karşılık buldu.
Ancak 6-8 Ekim olaylarının şiddeti hafızalarda taze iken yapılan bu çağrı Ankara'da bir süredir konuşulan HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunu daha sıcak hale getirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dört ülkeyi kapsayan Batı Afrika gezisinin Nijerya durağında gazetecilerle yaptığı görüşmede bu konuya geniş yer verdi. Erdoğan, parti kapatmaya karşı olduğunu ancak teröre destek veren milletvekillerinin dokunulmazlıklarının ivedilikle Meclis'te görüşülmesi gerektiği fikrini yineledi.
Halen Meclis'e ulaşan dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin 452 fezlekenin büyük çoğunluğu HDP milletvekillerinin "teröre destek vermekle" suçlanması ile ilgili.
Malum olduğu üzere, HDP'li vekiller de uzun süredir "faşizmin hendeklere gömülmesi" teması etrafında Cizre, Silopi, Sur, Şırnak ve İdil'deki PKK "şehir terörüne" açık destek veriyor. Kendi dokunulmazlıklarının kaldırılma ihtimalini peşin peşin satın alıyorlar. Hatta HDP'nin kapatılma ihtimalini de göze aldıkları apaçık. 1994'te DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sürecinin tekrar yaşanmasını umursamıyorlar. Bu tercih, PKK-HDP çizgisinin "tarihi" konjonktür değerlendirmesinin getirdiği tam bir seferberlik haliyle irtibatlı. Bugün üç konuda daha avantajlı oldukları kanaatindeler. İlki, ABD, Rusya, İran, Esed rejimi ve bazı Avrupa ülkelerinden aynı anda gördükleri desteğin açtığı fırsat alanı. Yani PYD formuyla bu güçler nezdinde meşrulaşmış olmak ve Kuzey Suriye'de devletimsi bir yapıya ulaşma ihtimali. Bu fırsatların Kürt milliyetçisi hareketin kaderini yeniden yazdığı görüşündeler.
İkincisi, Erdoğan ve AK Parti'nin içte muhalefet dışarıda ABD ve AB tarafından çözüm sürecine dönme yönünde baskılanıyor olması. Dolayısıyla şiddet ortamının eninde sonunda barışa döneceğini düşünerek legal siyaset alanının şimdilik kaybını önemsemiyorlar. Üçüncüsü, AK Parti elitinin bir kısmının da terörle mücadele pozisyonunda uzun süre duramayarak yeni bir çözüm sürecini arzulayacağı beklentisi. Bu beklenti şiddetle sonuç alınabildiğine duyulan kesin inançtan besleniyor.
Ancak HDP'liler bugünkü konjonktürün 1990'ların aksine onlara üç konuda kritik sınırlamalar getirdiğini fark etmeli. Öncelikle, 1990'ların Kürt kimliğini bile reddeden ceberut devletin aksine AK Parti iktidarında Kürtlerin kültürel -kimlik hakları büyük ölçüde karşılandı. HDP'nin 7 Haziran öncesinde ve sonrasında hoyratça harcadığı legal siyaset alanı AK Parti'nin cesareti sayesinde elde ettiği bir imkândı. Her ne kadar onlar "şiddetin gücünü" kutsasalar da. Bu yüzden AK Parti'nin bazı HDP'li milletvekillerini teröre destekleri yüzünden tasfiye etmede söylem üstünlüğü bulunuyor. İkincisi, Kürt milliyetçilerinin büyük güçlerin "taşeronu" olduğu suçlaması bugün çok daha inandırıcı verilere sahip. Üçüncüsü, şiddetin konusu Kürt kimliğinden PKK'nın yönetme ve devlet kurma hırsına evrildi.
Türkiye tasavvurları "demokratik bir cumhuriyet" arzusundan "Rojova devrimi" bağlamında şiddete boğulan bir noktaya geldi. "Türkiye karşıtlığı" bu denli tebarüz eden PKK-HDP çizgisinin güneydoğunun ilçelerini harap etmesi Kürt halkı üzerinde derin, olumsuz etkilerde bulunuyor. Gelinen noktada PKK -HDP çizgisi "kışkırtılmış aktörlüklerinin" kurbanı oluyor. Zannettiklerinin aksine Türkiye'de bir daha toparlanmaları çok zor.
Hiçbir şey sürpriz değil, adım adım geliyor. Yaşayalım, göreceğiz.
[Sabah, 4 Mart 2016].