Ne zaman PKK bir terör eylemi düzenleyip sivilleri hedef alsa kendini solcu, ilerici, aydınlanmacı olarak tanımlayan gazetecileri, siyasetçileri, STK temsilcilerini bir telaş sarar. PKK'nın asker, polis, jandarmayı şehit etmesini bir şekilde görmezden gelebilirler. Ama şehit olan bir sivil, bir öğretmen, işine giden bir vatandaş, babasının arabasındaki bir bebek, bir sağlık görevlisi olunca işleri biraz daha zorlaşır. Hemen bildik tiratlarını tekrarlarlar 'şiddet sarmalı', 'hedef gözetmeyen kör şiddet', 'kimden gelirse gelsin'... 'Şiddet sarmalı' kalıbı aslında 'devlet PKK'lıları öldürmeseydi PKK'lılar da saldırı yapmak zorunda kalmazdı' demektir. 'Hedef gözetmeyen kör şiddet' de 'aslında asker polis öldürülmesinde sorun yok ama keşke sivillere saldırmasalardı' demenin usturuplu halidir. 'Kimden gelirse gelsin' de PKK'nın adını anmamak için dört elle sarıldıkları 'dahice' bir ifadedir.
Hep düşünürüm; acaba bu kalıplarla PKK şiddetini meşrulaştıranların çocukları, eşleri, kardeşleri, ana babaları, arkadaşları, öğretmenleri, hastalanınca gittikleri bir doktorları yok mu? Muhakkak vardır. Sevdikleri insanların belki de daha dün geçtiği o meydanda, bugün PKK'nın bomba patlatarak onlarca insanı katletmesine karşı nasıl bu kadar duyarsız olabiliyorlar? Herhalde bu insanların en azından bir kısmının sevdiği bir eşi, mutlu bir yuvası vardır. Muhakkak bir anne/baba evladını ne kadar severse onlar da evlatlarını o kadar seviyordur. Muhakkak varsa kendi evlatlarını ya da başka bir yeni doğan yavruyu kucaklarına alıp onun cennet kokusunu içlerine çekip dünyadaki en tarifsiz mutluluklardan birisini yaşamışlardır. O yavru için mutlu bir ömür dileğinde bulunmuşlardır. Peki aynı kişiler nasıl olur da PKK'nın öldürdüğü bir bebeğe, DHKP-C'nin katlettiği bir babaya tepki göstermezler?
Göstermezler çünkü devrimi insan hayatından daha aşkın/kutsal/önemli/kıymetli kabul ederler. Evet masum bir bebek, ekmek peşindeki bir işçi, yoldan geçen bir insan kıymetlidir ama devrim daha kıymetlidir. Daha kıymetli için daha az kıymetli olandan mecburen vazgeçmek gerekirse vazgeçilir. Devrim gibi aşkın bir ideal için ölen 'birkaç insanın' lafı bile olmaz! Hem zaten devrimin olmadığı bir dünyada yaşamak da esaretten başka bir şey değil midir? Ve zaten devrimden başka aşkın değerin olmadığı materyal dünyada hayatı anlamlı kılan şey devrim için mücadele etmek değil midir? Onlara göre bebeği öldüren terörist de ölen bebek de aynı aşkın ideal için canlarını feda etmiştir. Sadece oyundaki rolleri farklıdır.
Tarih boyunca gelmiş geçmiş bütün büyük katiller, caniler, kasaplar yaptıkları işi bu mantıkla meşrulaştırırlar. Hitler'in askerlerinin 'aşkın ideali' saf insan ırkına erişmek böylece insan türünün potansiyelini gerçeğe çevirmekti. Belçika 10 Milyondan fazla Kongoluyu öldürürken insan öldürdüğünü değil büyük ve aşkın idealinin önündeki az gelişmiş canlılardan oluşan engelleri kaldırdığını düşünüyordu. FETÖ'cüler de 15 Temmuz'da şehit ettikleri 250'den fazla kişiyi kainat imamının kutlu davası yolunda mecburen feda edilen insanlar olarak gördüler. Abdullah Öcalan da dağda zorla yatağına aldığı 13-14 yaşındaki genç kızları toplumun dayattığı namus kalıbından kurtararak özgürleştirdiğini söylüyordu. HDP milletvekili Tuma Çelik'in tecavüz iddiasına karşısında şehirdeki destekçileri de bu nedenle susuyor. Tecavüz dağda olursa başlı başına özgürleştirici bir eylemdir. Şehirde olursa da çok fazla üzerinde durulmamalı. Devrim idealinin yanında 'feodal prangalarını aşamamış birkaç kadının' bedeninin, duygularının, insanlığının, hayatının lafı mı olur! Olmasa iyiydi ama madem olmuş çok da uzatmamak lazım. Devrime zeval getirmemek lazım. Yaşasın halkların kardeşliği! Yaşasın devrimci mücadelemiz! Yaşasın Barış! Yaşasın Özgürlük! Zaten tecavüz devrimci bir eylem değil mi!
[Takvim, 21 Temmuz 2020].