Çözüm süreci, hükümetin TBMM’ye sunduğu tasarıyla, epey uzun süren bir durağanlıktan sonra, yasal ve siyasal bir güvenceye kavuşarak hızlanacak gibi görünüyor. Çözüm sürecindeki durağanlığın belli başlı dinamikleri üzerine çok şey yazılıp çizildi. Ancak, çözüm sürecini durağanlığa mahkûm eden koşulların, neden süreci kesintiye yol açmadığını da konuşmakta yarar var.
Çözüm sürecinin karşılaştığı onca badireyi aşmasının, Türkiye’nin geleceğine damga vuracak daha ciddi-kalıcı bir ittifakın ilk işaretleri olarak okunabileceğini düşünüyorum.
Kemalist ulus-inşa projesinin mağduru olmuş iki büyük toplumsal kesim, -Kürtler ve dindarlar- Türkiye’yi demokratik bir siyasal sisteme kavuşturmak üzere kalıcı bir ittifaka yöneliyorlar. Çözüm süreci Kürt hareketini demokratik bir özneye dönüştürerek yol aldıkça, hem bu ittifak hem de siyasal sistemin demokratikleşme ivmesi devam edecek.
Kemalist kadronun, laiklik ve milliyetçiliğe dayalı bir ulus inşa projesini hayata geçirme kararı, ülkenin iki büyük toplumsal kesiminin –dindarların ve Kürtlerin- potansiyel iç tehdit olarak kodlanmasına yol açtı. Siyasal rejim, bu iki kesimin ulus-inşa projesine direncini, “irtica” ve “bölücülük” tehdidi olarak kodlayarak, kurmayı tasarladığı otoriter vesayet rejimine gerekçe kıldı.
Yıllarca, merkez sağ ve sol partiler üzerinden siyasete katılan dindarlar ve Kürtler, 1990’larda, kendi sahici aktörleriyle buluştular. Devlet, bu sahici aktörlerle muhatap olmaktansa bastırmayı tercih etti. 1990’lar devletin kendi vatandaşıyla sürdürdüğü anlamsız savaşla geçti. Nihayetinde, devletin öngördüğünün aksine, dini ve etnik taleplerde bulunan siyasal-toplumsal kesimler daha da güçlendiler.
2000’lerin başında, AK Parti, toplumsal taleplerle siyasal rejimin beklentileri arasında sıkışan demokratik siyasete alan açmak üzere, söylem ve politikalarını revize etti. AK Parti, rejimi irtica teyakkuzundan arındırırken, sistemin demokratikleşmesini arzu eden birçok toplumsal kesimin de desteğini aldı ve Cumhuriyet tarihinin en radikal-kapsamlı siyasal restorasyonuna başladı.
Vesayetçi rejimin mağdur ettiği iki kesim, aynı zaman diliminde siyasallaşarak siyasal sistemle yüzleşmeye başlamışlardı. Dindar kesim, AK Parti üzerinden geçirdiği dönüşümle güçlenerek Türkiye’yi demokratikleştirmeye soyunurken, benzer bir dönüşüm sürecinden geçmeyen PKK üzerinden Kürtler ise demokratikleşme sürecine katkıda bulunamadı. AK Parti, temsil ettiği toplumsal kesimlerin siyasal taleplerini demokratikleşme hedefiyle örtüştürürken, PKK ulusal kimlik inşa hedefini Türkiye’nin demokratikleşmesine önceledi. AK Parti ile vesayet sistemi arasındaki mücadelede, PKK, pek çok kez vesayet sistemi lehine oyuna dâhil oldu. PKK, vesayetçi aktörlerin AK Parti’yi şiddet ve terör üzerinden terbiye etme amaçlarına pek çok kez katkıda bulundu. AK Parti’nin 2009-2011 yıllarında öncülük ettiği, demokratik açılım ve OSLO süreçleri de Kürt hareketini demokratikleşme sürecine katılmaya tam anlamıyla ikna edemedi. Bunun en trajik örneği, BDP’nin 12 Eylül referandumundaki Boykot tutumunda ortaya çıktı.
Demokratik açılım ve OSLO’nun yapamadığını çözüm süreci başardı. Çözüm süreci, Kürt hareketi üzerinde beklenen etkiyi yaparak, Kürtleri demokratikleşme sürecini destekleyen bir çizgiye çekti. Bu çerçevede, çözüm süreci her şeyden önce, Kürt hareketini dönüştürme süreci olarak da okunabilir. Siyaseti silahın yerine ikame etme sürecine giren Kürt hareketi, siyasal önceliklerini, siyaset tarzını, siyasal ittifaklarını da değiştirmek durumunda kalıyor. Toplumsal desteğini artırma, ihmal ettiği toplumsal kesimlere açılma, toplumun kaygılarını hesaba katma ve siyaset yapma ihtiyacı duyuyor. HDP projesi de, Demokratik İslam Kongresi de bu çabaların bir sonucu.
Kürt hareketinin mücadele stratejisini değiştirerek demokratik bir özneye dönüşmesi, Türkiye’nin siyasal dengelerini de değiştiriyor. Son bir yıllık keskin dönemeçte, Kürt hareketinin bütün sabotajlara rağmen çözüm sürecini sürdürerek AK Parti karşıtı cepheye destek vermeyişi eski Türkiye-yeni Türkiye ve değişim-statüko eşleşmesinde durduğu yeni yerle ilişkilidir.
Siyasal sistemin yüz yıllık mağduru olmuş iki toplumsal kesimin, yıllardır biriktirdikleri siyasal enerjilerini siyasal sistemi demokratikleştirme hedefi doğrultusunda kullanmaya başlamaları birçok ezberi bozacak yeni bir döneme işaret ediyor. Bu iki aktörün ittifakı, eski Türkiye’nin çöküşünü de yeni Türkiye’nin kuruluşunu da hızlandıracaktır.
[Akşam, 1 Temmuz 2014]