1990'ların başında Halkın Emek Partisi'ne yapılan en büyük eleştiri 'HEP'in, PKK ve Öcalan tarafından yönetildiği' suçlamasıydı. Bu eleştiriler karşısında Yalçın Küçük, 'HEP'i Öcalan'ın veya PKK'nın yönettiğine inanmam, yönetseler HEP daha iyi bir parti olurdu.' demişti. (Yalçın Küçük, Kürt Bahçesinde Sözleşi, Başak Yayınları, 1993, s. 341) Abdullah Öcalan, Küçük'e verdiği mülakatta, 'HEP'in demokratik kuruluşlara açılamadığını, demokratik ilişki geliştiremediğini ve diplomasi yapamadığını' dile getirmişti. Öcalan, bugün de avukat görüşmelerinde BDP'ye benzer eleştirileri getirmekte, partinin yeterince etkin olmadığını ve demokratik kitlelere açılamadığını söylemektedir.
BDP'nin Büyük Millet Meclisi'nde anayasa paketinin bazı maddelerinin oylamasına katılıp bazılarına katılmaması ve referandum sürecindeki boykot kararı partinin kuruluşundan bu yana yaşadığı siyasetsizlik sorununu bir kez daha gözler önüne serdi. BDP'nin Meclis'teki tutumu ve sonrasındaki 'boykot' kararı, 'anayasa değişikliğine' ilkesel bir kararla değil, taktiksel bir yaklaşımla karşı çıktığını ortaya koydu. Ancak bu taktiğin genel bir stratejiden yoksun olması parti yönetimi ile taban arasında ciddi bir görüş farkının ortaya çıkmasına yol açtı. BDP'nin referandum oylamasında tabanını serbest bırakmayıp 'boykot' kararı alması, CHP'nin Meclis oylamaları sırasındaki 'boykot'unun tekrarı gibiydi.
BDP'nin, her krizde Öcalan ve PKK'nın dahi gerisinde kalması partinin sahiciliğini yitirmesine ve bir tabela partisine dönmesine yol açıyor. Özellikle sine-i millete dönme, eylemsizlik ilanı ve referandum konusunda BDP, Öcalan'la farklı pozisyonlara düştü ve duruşunu tashih etme durumunda kaldı. HEP'ten bu yana 20 yılda DEP, HADEP, DTP gibi dört partisi kapatılmış bir geleneğin parti kapatma konusunda tavır koyamaması bugün olmasa da yarın muhakkak yüksek sesle dile getirilecek ve doğal olarak eleştirilecektir. Tarihçiler, BDP'lilerin kısmen haklı eleştirilerini değil, derin çelişkilerini yazacaktır.
BDP birçok konuda haklı olarak devletin, Kürt meselesi ve BDP konusundaki çifte standartlı tutumunu eleştirmekte ve resmî ideolojinin tutarsızlıklarına dikkat çekmektedir. Bugün benzer bir durum BDP için de geçerlidir. Öncelikle BDP yönetiminin kendi resmi görüşleri dışında beyan edilen her düşünceyi baştan geçersiz saymaları, yıllardır anti demokratik uygulamalardan şikâyetçi olan bir siyasi hareket için ilginç bir durum oluşturuyor. BDP'liler devletin anti demokratik baskılarından şikâyet ederken benzer bir tavrı halka ve kanaat önderlerine gösteriyorlar.
BDP yönetiminden bazı isimlerin kapalı toplantılarda ayrı, kamusal alanda ayrı görüş beyan etmeleri, 'öz' fikirlerinin farklı olduğunu gösteriyor. BDP yöneticilerinin 'özde' ve 'sözde' fikirlerinin farklı olması referandum meselesinden daha derin anlamlar taşıyor. BDP'nin referandum sürecindeki çelişkili tutumu, bu partinin Türkiye siyasetinde ve özellikle Kürt meselesinin çözümünde özgül ağırlık sahibi olmasına mani oluyor. BDP'nin mevcut siyaseti, PKK kadrolarının parti üzerindeki etkilerini artırırken aynı zamanda tabanda prestij kaybına uğratıyor.
Türkiye siyasetini demokratik olmamakla eleştiren bir hareketin, boykot kararıyla tabanın iradesine ipotek koyması 'bu ne yaman çelişki' sözünü hatırlatıyor. BDP, 'hayır' demeyerek tabanının karşı çıktığı CHP ve MHP'nin safında yer almazken, 'boykot' kararının son tahlilde 'hayır' anlamı taşıdığını göremiyor. BDP yönetimi 'boykot' kararı vererek na