SETA > Yorum |
AB ye Mecbur muyuz

AB’ye Mecbur muyuz?

Türkiye'nin bulunduğu bölgede çok farklı ülkelerle alternatifler geliştirme potansiyeli var. Türkiye, AB dışındaki gelişmekte olan ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini artırmalıdır.

İçinde bulunduğumuz dönemde Türkiye ile AB ülkeleri arasında yaşanan gerginliği, hem AB için hem de Türkiye için yeni bir yol ayrımı olarak okuyabilir miyiz?

Bu sorunun cevabını verebilmek için, iki taraflı bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Yani, “Türkiye açısından AB” ve “AB açısından Türkiye” olarak bakmakta fayda var. Türkiye için AB, 1960'lı yıllarda yönünü çevirdiği, başta ekonomik kalkınma olmak üzere ekonomik ve sosyal gelişme için örnek alınan bir platformdu.

Yani, Türkiye rotasını AB'ye bakarak belirliyordu. Çünkü, AB ile ilgili öğrenilmiş bir kabulü vardı: Güya AB ekonomik refahı, tam manasıyla demokrasiyi ve özgürlüğü temsil ediyordu.

Ayrıca AB, Türkiye için üye olmak istediği ekonomik ve siyasi entegrasyondu, yani birliğin üyesi olmak önemsenen bir hedefti. Her ne kadar, AB yolu yaklaşık 60 yıla yaklaşan ve halen devam eden çıkışı görünmeyen bir tünel olsa da.

Çünkü AB, 500 milyondan fazla nüfusu, 17 trilyon dolara varan milli gelir büyüklüğü ve temsil ettiğini iddia ettiği demokrasi ve siyasi değerler açısından dünyada tek ve başarılı bir ekonomik ve siyasi entegrasyondu. Bu nedenle, geçmişte AB'ye üye olmak birçok siyasi partinin ve hükümetlerin en önemli hedeflerinden birisiydi.

Dolayısıyla, AB'nin çizdiği profile baktığımızda, Türkiye'nin AB hedefi rasyonel bir hedefti aslında. Üstelik, Türkiye bugün ihracatının yüzde 48'ni gerçekleştirdiği bu birliğe aday olmak için ciddi bir çaba da gösterdi. Ancak, 1960'lı yıllarda başladığı bu serüvende Türkiye, AB tarafından hiçbir ülkenin maruz kalmadığı bir aday olma sürecine tabi tutuldu. Bitmek bilmeyen bir önyargı ile karşılandı ve bu politika halen daha da devam ediyor.

Üstelik Türkiye'den çok sonra başvuran birçok ülke, AB'ye üye olurken Türkiye halen bekletiliyor. Diğer yandan, AB üyesi olmayan ancak gümrük birliğinde olan Türkiye'nin 1996 yılından beri bu ikircikli durumdan da memnun değil.

EKONOMİDE VE ENERJİDE DENGELER DEĞİŞİYOR

İçinde bulunulan dönem ise, geçmişe nazaran farklı dinamikler taşıyor. AB'nin ekonomik ve siyasi gücü kaybetme sürecine girmesi, AB'nin değerlerini temsil etmeyen hükümetlerin ve liderlerin ortaya çıkması, ve Türkiye'nin ekonomik büyüklük olarak bir çok AB ülkesinden hem hızlı büyümesi ve yüksek milli gelire ulaşması dengeleri tamamen sarsmıştır.

Türkiye hem bulunduğu gelir grubunda hızla yukarıya tırmanması, önümüzdeki birkaç yılda AB içindeki büyük ekonomilerin Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerle sıralamada yer değiştirmesi olasılığı, bu ülkelerin üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. AB ülkelerin kabullenmekte zorlandıkları aslında tam da bu durum.

AB için Türkiye'nin baskı oluşturmasında etkili olan diğer bir alan ise, enerji. Türkiye'nin coğrafi konumunun sağladığı avantajla enerji politikalarının temel eksenini, “enerjide ticaret merkezi” olma hedefi üzerinden inşa etmeye başladı. Türkiye'nin enerji ticaret merkezi olması ile Hollanda'nın Rotterdam şehrinin dünya enerji ve enerji ticaret merkezi rolü kaybedecek olması, Hollanda'nın bu kadar agresif olmasını tetiklemiş olabilir mi?

Diğer bir konu olan finans alanında ise, Türkiye'nin finans merkezi iddiasıyla ortaya çıkması da, gelişmiş ve başta da AB ülkeleri tarafından kurulan ekonomik ve finans sistemine mecbur kalınmayacağı ihtimalinin artması, AB'yi oldukça rahatsız etmişe benziyor.

AB ALTERNATİFSİZ Mİ?

Yazının başlığında sorduğumuz “Türkiye mevcut durumda AB'ye mecbur mu?” sorusuna, tüm bu gelişmeleri ve değişimi dikkate alarak “Hayır” demeliyiz, diyebilmeliyiz. Üstelik, Türkiye'nin bulunduğu bölgede çok farklı ülkelerle alternatifler geliştirme potansiyeli var.

Rusya, Çin gibi gelişmekte olan ülkeler ve Körfez ülkeleri, ekonomik açıdan önemli ülkeler. Zaten dünya ekonomisinin, enerjisinin ve ticaretinin geleceğini bu ülkeler ve bu bölgeler şekillendirmeyecek mi?

Dolayısıyla Türkiye, AB dışındaki gelişmekte olan ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini artırmalıdır. Başta Almanya, Hollanda ve diğer AB ülkeleriyle yaşanılan krizler ise, hem AB ile yaşanacak değişimin hem de Türkiye'nin AB'ye karşı alternatifler oluşturmasının doğum sancılarıdır.

[Yeni Şafak, 16 Mart 2017].