Gün geçmiyor ki Esad rejimi İdlib'de bir hastaneyi, okulu ya da fırını bombalamasın.
Sadece 12 Ocak'taki İdlib ateşkesinden bu yana 130'dan fazla sivil öldürüldü. Açıktır ki, Astana ve Soçi süreçlerinin aleyhine bir gidişat hızlandı.
Bu durumun mesajı net: Rusya ve Esad rejimi parça parça İdlib'i ele geçirmekte kararlı.
Son çatışmasızlık bölgesi İdlib'i, sivilleri öldürmek ve Türkiye sınırına yığmak pahasına tümüyle kontrol altına alma niyetindeler.
Ankara ise gözlem noktalarını tutmada ve yeni göç dalgasını engellemede kararlı.
Başkan Erdoğan, Rusya'nın sürekli ateşkesi bozmasından rahatsız. İdlib'in en büyük ilçesi Maarat el Numan'ın Esad'ın eline geçmesinden sonra bu rahatsızlığını ifade etmeye başladı.
Önce Afrika seyahati dönüşü "Astana süreci diye bir şey kalmadı. Rusya, Astana ve Soçi'ye sadık değil" cümlesini kurdu. Sonra MGK basın açıklamasında "İdlib başta olmak üzere Suriye'nin çeşitli bölgelerinde güvenlik güçlerimizi ve sivil halkı hedef almaya devam eden terör saldırılarına karşı gereken ilave tedbirleri alma konusundaki kararlılık" vurgulandı.
Dün de Erdoğan partisinin genişletilmiş il başkanları toplantısında "Türkiye'nin Rusya ile imzaladığı mutabakatın adım adım ihlal edildiğini" ve ülkemizin "yeni göç dalgasına tahammülü" olmadığını tekrarladı. Bunun için askeri güç kullanmaktan çekinilmeyeceğini "Yeni tehditlerin sınırlarımıza dayanmasına seyirci kalamayız. Bu bakımdan Suriye'nin ne diğer bölgelerindeki ne İdlib'deki duruma seyirci kalamayız" cümleleriyle vurguladı.
Ciddi bir ayrışma
Erdoğan'ın açıklamaları Ankara ve Moskova'nın İdlib konusunda ciddi bir ayrışma içerisinde olduğunu gösteriyor. Bu ayrışma Ankara-Moskova hattında son dönemde hayata geçirilen iş birliğini tehdit ediyor. Moskova, Ankara'nın HTŞ'yi engelleyemediğini ileri sürüyor.
Ankara ise Rusya ve Esad rejiminin sürekli saldıran ve ateşkesi bozan konumda olduğunu görüyor. Temel ayrışma şurada:
Ankara, İdlib'deki statükonun korunmasını ve siyasi sürece odaklanılmasını istiyor. Esad ise dikkatini siyasi süreç ya da Deyr Ez Zor gibi bölgeler yerine muhaliflerin toplandığı son yer olan İdlib çatışmasızlık bölgesine vermiş durumda.
Ayrım gözetmeksizin sivilleri bombalamak için de HTŞ ve diğer radikal grupları bir mazeret olarak kullanıyor.
Görünen o ki bu tablo karşısında Ankara'nın sabrı taşıyor. Yeni bir politika arayışı devrede.
Askeri seçenek gündemde
Erdoğan bir süredir ABD Başkanı Trump ve Almanya Şansölyesi Merkel ile İdlib'deki krizin uluslararası boyutunu konuşuyor. Batı başkentlerinin anlaması gereken MoskovaŞam ikilisinin sadece Türkiye sınırına yönelik bir göç dalgası tehdidi oluşturmadığı. Avrupa demokrasilerini de tehdit eden bir dalgayı zorluyorlar. Washington ve Brüksel'in harekete geçerek Moskova üzerinde baskı oluşturması lazım. Erdoğan-Putin diplomasisi sayesinde İdlib krizi bu zamana kadar artısıyla eksisiyle bir şekilde yönetildi. Gelinen noktada ateşkes işlemiyor. Esad rejimi sadece sahadaki askeri güçten anlıyor. İdlib'deki çatışma halinin başka bölgelere sıçrama ihtimali de var. Bu haliyle Astana süreci durdu, Cenevre sürecinin adı bile edilemez. Erdoğan'ın önerdiği gibi önce Astana sonra Cenevre sürecinin canlandırılması için ABD ve AB'nin devreye girmesi gerekir. Gerekirse İdlib'den sürülen siviller için askeri güç kullanımı seçenekler arasında olmalı. Erdoğan'ın, "sınırdan 30-40 km içeride" mülteciler için barınaklar yapma fikri bir tür güvenli bölge kurmak için başlangıç olabilir. Merkel elini çabuk tutmalı. İdlib'de Rusya'yı dengeleme yükünü sadece Ankara kaldıramaz. Denge çöktüğünde Avrupa da ciddi zarar görür.
[Sabah, 1 Åžubat 2020].