Kürt siyasi hareketinin normalleşme barometrelerinden birisi de artık uzun yıllardır var olan günlük gazeteleridir. Türkiye’de en fazla gadre ve zulme uğramış olan bu gelenekteki gazetelerin, yaşadıklarının yanında, bugünlerde basının %70’ini aşan tirajını ellerinde bulunduranların ‘ifade özgürlüğü’ sızlanmalarını şımarıklıktan başka hiçbir şeyle telif etmek mümkün olmaz. Hal bu iken mezkur geleneğe ait gazetelerin, yaşadığı acılar ve zulümler içerisinde olgunlaşması ve normalleşmesini beklemek de hakkımız.
Kürt ulusalcı medyası derin bir anakronizm içerisinde. Diyarbakır’dan ziyade Kandil okuyucusuna hitap ediyor. 1992’de hayatta kalan çalışanları ve yazarlarıyla çıkmaya gayret eden Özgür Gündem’in genel havası, içeriği ve perspektifi büyük ölçüde bugün de devam ediyor. Bugün 1992’de hayal bile edilemeyen bir Türkiye var. ‘Bu Türkiye’nin elbette kat etmesi gereken daha çok yol var. Lakin 1992’nin çok uzağında olduğu da apaçık bir hakikat. Bu hakikatle yüzleşmenin aracı olmaya BDP talip olduğu oranda, kurucu siyasi bir aktöre dönüşme şansına sahip olacak. Aksi takdirde, medyaları gibi, 2014 senesinde, 1992’ye ait gazeteleri neredeyse tıpkı basım yapmaya devam edecekler.
TBMM’de grubu olan BDP, 2 büyükşehir, 8 il, 67 ilçe ve 24 belde de seçimleri kazanarak toplam 101 belediye başkanlığı elde etmiş oldu. Bir önceki cümle BDP ve PKK dünyası için nasıl bir anlama sahip? Eğer bu sorunun cevabı BDP medyasında aranırsa, karşımıza oldukça sorunlu bir tablo çıkıyor. Kemalistlerin mevzi kaybettikçe yaşadıkları travmanın neredeyse aynısını Kürt ulusalcılığı mevzi kazandıkça yaşıyor. Kemalistler tabelalardaki T.C’yi korumak için büyük AK Parti asimilasyonuna direnirken; Kürt ulusalcılığı da sol-liberal diskurun Erdoğan nefretini Kürt asimilasyonu olarak kodlamaya çalışıyor!
Ama hayat devam ediyor. Kazanılan belediyelerin, büyükşehir yasasından sonra, merkezi bütçeden finanse edildiği halde çok geniş bir yetki alanına kavuşan metropollerin yönetilmesi gerekiyor. Doğu ve Güneydoğu bölgesinde toplam 1,750,000 civarında oy alan BDP, iki bölge ortalamasında %25’e ulaştı. Ortaya çıkan bu mütevazı ama ciddi siyasi sermayenin nasıl kullanılacağı hem çözüm sürecinin geleceğini hem de BDP’nin nasıl bir aktör olacağında büyük rol oynayacak. BDP’nin elde ettiği meşruiyet de Kürt meselesinin geldiği nokta da büyük ölçüde PKK’ya rağmen gelişti. Bunun PKK dünyasında böyle okunmadığı muhakkak. Aksine Kemalistler gibi PKK da meselenin merkezinde sadece kendisi olduğunu düşünüyor. Bunda bir noktaya kadar gerçeklik payı var. Özellikle 80’ler ve 90’larda, vesayet rejimi Kürt Meselesini PKK’ya indirgemişti. 2000’lerde ise aynısını PKK yapmaya çalışıyor.
2013 Çözüm Süreci bir yılı aşkın zamandır Türkiye’ye yeni bir platform sağladı. Silahların sustuğu, kanın akmadığı bir ortamda sorunu ele alma imkanı verdi. Sürecin en aktif aktörü halk olurken, en pasif aktörü ise PKK oldu. Saha araştırmalarına göre çözüm sürecine Kürtlerden destek zirveye doğru yükselirken, Türkiye’nin geriye kalanın da %70’leri buldu. Muhtemelen ortaya çıkan bu güçlü destek, PKK’nın çekilmeyi tamamladığı bir senaryoda çok daha yüksek olacaktı. ‘Siyasallaşma ve silahsızlanma’ korku ekseninden çıkamayan PKK, eylem yapmamasının büyük bir adım olduğu kanaatine sarılmış durumda.
Geldiğimiz nokta itibariyle PKK’nın yeniden silahlara sarılması durumunda, karşısına geniş kitleleri de alacağının farkında olması gerekiyor. Kürtlerin PKK’ya vereceği negatif toplumsal tepki bir refleks değil sürece yayılan bir şekilde olacaktır. Başka bir deyişle, PKK silaha sarıldı diye, Bask tarzı yüz binlerce kişiyi sokakta görmeyeceğiz. Ama kitleler Çözüm Sürecinde mesajı çok iyi aldıkları gibi böylesi bir gelişmenin de ne anlama geldiğini bileceklerdir. 100’ün üzerinde belediye kazanmış bir partinin olduğunu, meşru ve yasal siyaset kapısının açık olduğu, IKBY liderlerinin düzenli ziyaretler yaptığı bir dönemdeyiz. Ya bu hakikatler değişecek ya da PKK niçin silahlı bir örgüt olarak kalmaya devam ettiğine kitleleri inandıracak.
[Star, 15 Nisan 2014]