2011’den bu yana Suriye sahasındaki gelişmeler takip edildiğinde yekpare bir yapı halinde bir örgütün bu denli bir alanı kontrol etmesi, DEAŞ’ın ardından bir ikinci olarak ifade edilebilir. PKK tıpkı DEAŞ gibi bölgede kendi idari, siyasi, askeri ve güvenlik yapılarını kurmaktadır. Bu yapıların bir zemine oturtulduğu toplumsal sözleşmeler geçmişte de vardı. Ancak 2023’ün sonunda ilan edilen yeni toplumsal sözleşmeyle birlikte PKK Suriye sahasında yerleşik düzen inşasına hız verdi.
Bu kapsamda terör örgütü Nisan’da bir sözde belediye ve belediye seçim kanunu çıkartarak, yerel seçim düzenleme kararı aldı. Seçim tarihi ilk olarak 30 Mayıs olarak belirlense de 30 Mayıs’a kısa bir süre kala sözde seçim 11 Haziran’a ertelendi. 6 Haziran’da yapılan yeni bir açıklamayla da Ağustos’a ertelendiği bildirildi. Bu odak metninde terör örgütü PKK/YPG’nin amacı, sözde seçim kanunlarının ne öngördüğü ve erteleme kararlarıyla birlikte verilen uluslararası tepkiler ele alınacaktır.
Terör örgütü PKK/YPG’nin hedefi ne?
Öncelikle bu sözde seçimin bir sürecin parçası olduğu ifade edilmelidir. Açık bir şekilde PKK, Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde özerk bir yapı inşa etmek istemektedir. Sözde Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi ve geçtiğimiz yıl sonunda ilan edilen gayri resmi toplumsal sözleşme (anayasa) bunu ortaya koymaktadır. İlan edilen sözde anayasa dikkatle incelendiğinde Kürtlerin birinci sınıf vatandaş sayıldığı, başta Araplar olmak üzere etnik grupların ötekileştirildiği ve tam bir PKK hakimiyetine imkan tanıyan yeni bir düzeni işaret ettiği görülmektedir. Nitekim sözde anayasada Kürtler ve Süryanilerin ismen zikredilerek güvence altına alınırken diğer etnik unsurlardan bahsedilmediği de dikkat çekmektedir.
Bu anlamda terör örgütünün özerk bir yönetim inşasını tüm kurumlarıyla yerleşik hale getirmek istediği kolaylıkla söylenebilir. Ancak bu yönetimin PKK yönetimince idare edileceği, diğer tüm parti ya da siyasi yaklaşımlara karşı olunduğu görülmektedir. Nitekim Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) de yine bu seçimlerin bir formalite olduğunu ifade ederek seçime katılmama kararı almışlardır. Bu noktalardan hareketle sözde seçimi PKK’nın Batı’ya yönelik makyaj siyasetinin devamı ve aynı zamanda yerleşik düzenin inşasının kurumsallaştırılması olarak ifade edebiliriz.
Sözde seçim kanunları ne öngörüyor?
Sözde toplumsal sözleşme temeli oluştursa da belediye seçimlerine ilişkin kanunlar sonradan ortaya konulmuştur. Burada iki sözde kanun karşımıza çıkmaktadır. İlki sözde “belediye seçim kanunu” diğeri ise sözde “belediye kanunu”dur. Bu sözde kanunlarla birlikte idari bölgeler kanununda da değişikliğe gidilerek terör örgütü PKK’nın ele geçirdiği bölgeler; 6 büyükşehire, 40 şehire ve 105 beldeye ayrılmıştır. Son değişikliğe göre 6 büyükşehir şunlardır: Cezire, Deyrizor, Münbiç, Afrin-Tel Rıfat, Tabka, Rakka.
Hiyerarşik düzen “belediyeler>belediyeler birliği>belediyeler federasyonu” şeklindedir. Sözde seçim kanununda da PKK kontrolünü sağlayan belirli düzenlemeler bulunsa da en çarpıcı olanı, seçilen sözde eş başkanların oluşturduğu belediyeler birliği eş başkanlarının her birinin PYD üyesi olma zorunluluğudur. Doğal olarak belediyeler federasyonu da PYD’den oluşmaktadır. Bu anlamda terör örgütü PKK, sistemde herhangi bir açık bırakmamak adına çaba sarf etmiştir. Mevcut uygulama Beşar Esed’in Baas yapılanmasına oldukça benzemektedir.
Bunların yanı sıra terör örgütü bölgede 3 milyon “seçmen” olduğunu iddia etmiştir. Güvenilir kaynaklarca bölge nüfusunun 3 milyon dolayında olduğu bilinmektedir. Bu nedenle PKK’nın seçmen sayısında dahi akıl almaz yalanlara başvurduğu görülmektedir. Bu durumda sözde seçimin ne güvenliğinden ne de güvenirliğinden söz etmek mümkündür. Tartışmasız olan ise terör örgütü PKK’nın bu sözde seçim girişimi ile yıllardır üzerinde çalıştığı “devlet” inşasını ileri bir çizgiye taşıma isteğidir.
Araplar seçimlere nasıl yaklaşır?
Terör örgütü tarafından planlanan sözde seçimin tam anlamıyla bir tiyatro olduğunu belirtmek gerekir. Bu nedenle PKK nezdinde bir değişiklik beklemek doğru olmayacaktır. Ancak bu hamle PKK’nın bölgede yerleşik bir düzen inşa ettiğinin yeni bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Bu düzene rağmen PKK’nın en büyük sorunu, ele geçirdiği bölgelerde azınlık olmasıdır. Yaklaşık 3 milyonluk nüfusun yaşadığı bölgede Kürtlerin en fazla yüzde 10-15 aralığında bir nüfusa sahip olması terör örgütünü zorlamaktadır. Coğrafi olarak da M4 yolunun kuzeyi dışında Kürt nüfusun yoğunluğu bulunmamaktadır. Bu durum da aslında PKK’nın hem nüfus hem de coğrafi olarak ölü doğmuş, yapay bir projeyi hayata geçirmeye çalıştığını göstermektedir.
Nitekim bölge halkının büyük çoğunluğunu oluşturan Araplar, PKK’nın başta ideolojik yaklaşımından olmak üzere kendi bölgelerinde PKK yönetimine maruz kalmaktan oldukça rahatsızlar. Geçtiğimiz yıllarda Deyrizor’da çıkan isyanlar, öncesinde Münbiç’te aralıklarla devam eden protestolar bunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle Araplar bu sözde seçime rağbet etmeyecektir. Ancak PKK, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) formülünde olduğu gibi devşirdiği Araplar üzerinden katılımı yükseltmeye çalışacaktır. PKK’ya müzahir farklı partiler üzerinden devşirilen isimlerle birkaç örnek ortaya koymak isteyecektir. ABD’nin de desteklediği Suriye Gelecek Partisi buna örnek gösterilebilir. Keza bu partinin sözde seçime katılım sağlayacağı bilinmektedir.
Sonuç: Türkiye ve ABD nasıl bakıyor?
Türkiye, sözde seçimi gayrimeşru bulduğu gibi terör örgütünün her adımını sahada takip etmektedir. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Terör örgütünün halk oylaması bahanesiyle ülkemizin ve Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelik mütecaviz eylemlerini yakından takip ediyoruz. Daha önce de bu konudaki politikamızı çok net ortaya koyduk. Türkiye, güney sınırlarının hemen ötesinde Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde bölücü örgütün bir ‘teröristan’ kurmasına asla izin vermeyecektir” açıklamasıyla birlikte Türkiye, planlanan sözde seçime ilişkin pozisyonunu net bir şekilde ortaya koymuştur.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel ise “Suriye’de yapılacak herhangi bir seçim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararında da belirtildiği gibi serbest, adil, şeffaf ve kapsayıcı olmalı. Suriye’nin kuzeydoğusunda (YPG/PKK tarafından) yapılacak seçimlerle ilgili şu anda bu koşulların sağlandığını düşünmüyoruz ve bu görüşümüzü Suriye’nin kuzeydoğusundaki aktörlere de ilettik” açıklamasında bulunarak PKK/YPG’nin girişimlerini desteklemediğini ilan etmiştir. Bu açıklamadan bir hafta sonra sözde seçim Ağustos’a ertelenmiştir.
Şüphesiz ABD’nin seçim hususunda endişeleri bulunuyor. PKK/YPG’nin ürettiği seçim tiyatrosunun bölgede yeni bir isyan girişimine neden olabileceği, en güçlü endişelerden biri. Bunun yanı sıra ENKS’nin seçimi boykot etmesi de bir etmen olarak görülebilir. ABD, adeta Baas sistemini andıran bu sistemden sağlıklı bir sonuç çıkmayacağını ve yerel huzursuzlukların artabileceği gerçeğini görebilmektedir. Geçtiğimiz yıl Deyrizor’da olduğu gibi bir kalkışma yaşanması, ABD’nin halihazırda oldukça zora girmiş Suriye siyasetinin neredeyse iflası anlamı taşıyacaktır. ABD siyasi, askeri ve diplomatik elitleri arasında Irak ve Suriye’den çekilmenin tartışıldığı bir ortamda terör örgütü PKK/YPG’nin gayri meşru bir seçim düzenleme girişimi desteklenen bir husus değil.
Tüm bu nedenlerle sözde seçim Ağustos’a ertelense de iptali dahi söz konusu olabilir. Nitekim Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarından yapılan açıklamada “Sn. Cumhurbaşkanımız ve Sn. Bakanımız gerekli uyarıları yapmıştır. Bu sözde seçimler tamamen iptal edilmelidir. Böyle bir durumun kabul edilmesi söz konusu olamaz” ifadeleri yer almıştır.
Ağustos’ta gerçekleştirilmesi planlanan bu sözde seçim PKK’nın “devlet” inşası amacı doğrultusunda yerel ve uluslararası meşruiyeti elde etme girişimi olarak değerlendirilebilir. Her ne kadar hiçbir meşruluğu olmayan “seçim sistemi, seçmen sayısındaki garabet, belediyeler birliği eş başkanlarının PYD üyesi olma zorunluluğu” gibi girişimler bulunsa da bu hususları göz ardı etmeye istekli bir uluslararası düzenin olduğu da açıktır. Şimdilik sözde yerel seçim ertelenmiş olsa da bu girişimin PKK’nın “teröristan” inşasında kat etmek istediği bir yol olarak görmek doğru olacaktır. Bu bakımdan Türkiye’nin bu hususu tüm yönleriyle ele alma zorunluluğu da ortadadır.