Türkiye'yi ayağa kaldıracak, gücünün zirvesine çıkaracak iki şey var. Bir, milletin şuur ve motivasyonu. İki, devletin milletin refah ve egemenliğini temin edecek şekilde yeniden organizasyonu. Millet ve devlet bu yolda büyük, hem de çok büyük bir mesafe kat etti. 15 Temmuz destanı bu sayede yazılabildi. İşgal girişimi böylelikle boşa çıkarılabildi. Türkiye, milletin motivasyonu ve devletin organizasyonuyla ayağa kalkıyor. Kendisine biçilen deli gömleğini yırtıyor. Elbette Türkiye düşmanları da boş durmuyor. 15 Temmuz'da yaşadıkları hezimetin ardından yeni yöntemlere başvuruyorlar. Karşımızdaki şer şebekesini tanıyanlar, terör eylemlerine yöneleceklerini ifade ediyorlardı. Nitekim öyle oldu. 19 Temmuz'dan itibaren birbirinden kalleş terör saldırıları gerçekleştirdiler. Önce PKK çıktı sahneye. Alçakça eylemler yaptı. Ne zaman ki Doğu ve Güneydoğu şehirlerinde PKK'ya karşı geniş halk kesimleri protesto gösterileri yapmaya başladı o noktada DAİŞ girdi devreye. Bir düğün vesilesiyle bir araya gelen onlarca kadın ve çocuğu acımasızca katletti. Selahattin Demirtaş, senaryoyu tamamlamak için "bir partilimizin düğünü" diye açıklama yaptı. DAİŞ bir kere daha PKK'ya yeni bir manevra alanı hediye etmeye çalıştı. Tıpkı 14 Temmuz 2015'te "devrimci halk savaşı başlatıyoruz" diyen ama bir türlü o "sözümona savaş"a gerekçe bulamayan PKK'ya 20 Temmuz'da Suruç katliamıyla bir gerekçe armağan etmesi gibi... O zaman da Demirtaş çıkmış ve devleti katil ilan etmiş, hükümeti ve cumhurbaşkanını DAİŞ'e destek vermekle suçlamıştı. Halkı özsavunmasını almaya davet etmişti! Suruç katliamı ile PKK da DAİŞ de bir anlamda hedeflerine ulaştı. Yeni bir terör dalgası başladı. Bu dalga ne yazık ki ana akım siyasetin de medyanın da hatırı sayılır bir kesimini esir aldı. O dönemde ülke PKK ve DAİŞ'in yuvarlamak istediği uçurumun kenarına kadar geldi. Ne var ki bu kez, yani 15 Temmuz işgal girişiminden sonraki süreçte ne PKK, ne de DAİŞ ana akım siyasetten ve medyadan istediklerini alabildi. Milletin özgüveni ve şuuru buna engel oldu. Bu özgüven ve şuur siyaset sahnesindeki aktörlerin kahir ekseriyetini ve devleti de uyanık olmaya zorladı. Devletin tehdit algısının ortaklaşması hızlı refleks verebilmesini ve caydırıcılık kapasitesini hayata geçirebilmesini mümkün kıldı. Bu da Cerablus operasyonunda gördüğümüz gibi terör örgütlerinin ve onların arkasındaki şer şebekelerinin ezberini bozdu. Buna karşın karşımızdaki şer şebekeleri yeni bir süreç başlattılar. Milletin ezberini bozabilecek, bir kez daha yeni bir kaos senaryosu ile ülkeyi teslim alabilecekleri bir süreç... Ana muhalefet partisi Kemal Kılıçdaroğlu'na yönelik suikast girişimi tam da böylesi yıkıcı bir stratejinin ürünü olarak gündeme geldi. Eğer ki bu plan başarılı olsaydı, bu takdirde yeni bir kaos senaryosu devreye sokulacaktı. Bir yandan 15 Temmuz sürecinde ülke çıkarına uygun biçimde davranan, Yenikapı ruhuna ortak olmayı kabul eden ana muhalefet partisi lideri cezalandırılacak, öte yandan CHP tabanı radikalize edilerek yeni toplumsal çatışmaların önü açılmaya çalışılacaktı. PKK'nın FETÖ imkânları ve aklıyla giriştiği bir eylemdi bu. Silahı PKK sıktı, propagandasını FETÖcüler yaptı. "Daha bu başlangıç" diye duyurdu bu hain saldırıyı Ergun Babahan. Neyse ki başarılamadı. Allah bu saldırıda hayatını kaybeden şehidimiz Fatih Çaybaşı'na gani gani rahmet etsin. Sayın Kılıçdaroğlu'na büyük geçmiş olsun. Unutmayalım ki bu saldırı her şeyden önce Yenikapı ruhuna yapılmış bir saldırıdır. Karşımızda entegre hareket eden ve melez yöntemlerle ilerleyen bir düşman var. Cizre'de dün yaşanan o hain terör saldırısı ile bir kere daha gördük ki, bugüne dek parça parça hayata geçirdikleri yöntemleri bundan böyle hep birlikte devreye sokmaya çalışacaklar. Çok şükür ki milletin bütün unsurları bu planı görmüş, arkasındaki şer şebekesini teşhis etmiş durumda. Ne olursa olsun, uyumak yok, nöbete devam...
[Sabah, 29 Ağustos 2016].