Kafkasya coğrafyası etnik ve dilsel çoğulculuğa, güçlü devlet geleneğine ve aynı ölçekte ciddi meydan okumalara ev sahipliği yapmaktadır. Kısa süre öncesine kadar, bu zorlu coğrafyanın birbiriyle sorunu olmayan iki ülkesi denildiğinde akla Türkiye ve Azerbaycan gelmekteydi. Ancak geçtiğimiz Mart ve Nisan aylarında iki ülke medyasında yer alan yorumlar tersine bir izlenim oluşturdu.
Azerbaycan medyasında Türkiye’yi Ermenistan’la yakınlaşmak ve Azeri çıkarlarını göz ardı etmekle, Türk medyasında ise Azerbaycan’ı Türkiye’nin bölge politikasını esir almakla itham eden yorumlar yapıldı. Başbakan Erdoğan’ın Karabağ’da Ermeni işgali bitmeden sınırın açılmayacağı mesajını vermesi Azerbaycan’ı rahatlatarak, “krizin” oluşturduğu iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulması riskini minimize etti.
Bugün, Türkiye ve Azerbaycan’da hem devlet katında hem de toplumsal düzeyde benzer bir krizin tekrarlanmaması için çaba harcanması yönünde güçlü irade bulunmaktadır. Krizin Türk kamuoyuna en önemli katkısı, Karabağ sorununun Azerbaycan için ne anlama geldiğinin anlaşılması oldu. Azerbaycan’da ise Türk dış politikasının Soğuk Savaş parametreleri ile okunduğu ortaya çıktı. Artık daha geniş bir kesim Türkiye’nin bağımsız ve bölge aktörlerini önceleyen bir politika izlediği kanaatindedir.Bu çerçevede, her iki ülke karşılıklı beklentilerini gerçekleştirirken, bağımsız hareket alanlarının oluşmasını da engellememelidirler. Zor bir bölgede, enerji güvenliği gibi uluslararası ilişkilerin dikenli alanlarında manevra yapma zorunluluğu hesaba katılarak, iki ülke arasındaki ilişkilerin aynı zamanda bölgesel ve uluslararası boyutları olduğu unutulmamalıdır.
“Tek millet, iki devlet” sloganı, iki ülke arasında karşılıklı iyi ilişkilere sahip olma eğilimini özetlemesi hasebiyle sembolik olarak önemlidir. Ancak krizle beraber, iki ülke arasındaki ilişkilerin yapısal özelliklerinin kurgulanmadığı, birbirini anlama problemleri olduğu ve bir kriz yönetim mekanizmasının olmadığı ortaya çıktı. “Tek millet, iki devlet” algılamasına, ayakları yere basan bir stratejik ortaklığın eklenmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, ortak stratejik planlama ve politika geliştirme mekanizmalarının, geniş toplumsal ve kurumsal katılımlara açık bir şekilde hızla oluşması gerekmektedir.
SETA olarak, Nisan ayında zirve yapan krizi enine boyuna konuşabilmek maksadıyla 25–27 Haziran 2009 tarihleri arasında Türkiye ve Azerbaycan’dan akademisyenlerin, uzmanların, dışişleri mensuplarının, milletvekillerinin ve gazetecilerin bir araya getirilmesine önayak olduk. Çalıştay’da ifade edilen düşüncelerin daha geniş bir kesime ulaşması için SETA Araştırmacısı
Muharrem Ekşi tarafından kaleme alınan elinizdeki raporun, SETA’nın kurumsal tutumunu yansıtmaktan öte, çalıştaydaki tartışmalara ayna tuttuğunu belirtmekte fayda var.