Suriye krizi aylardır gündemimizin başında yer alıyor. Suriye isyanının ve krizinin çok yoğun şekilde konuşulduğunu farz ediyoruz. Oysa hakikat böyle değil. 'Suriye konuşurken Suriye konuşulmaması' hali derinleşerek devam ediyor. Lafa Suriye'den başlayanlar bir iki cümle sonra konuyu emperyalizm, mezhep çatışması, terörizm, Suudi Arabistan, Katar, İran, Türkiye, İsrail vs. konu başlıklarıyla bitiriyorlar. Bu başlıkların hepsi Suriye krizi içinde var. Lakin bu başlıkların hiçbirisi tek başına Suriye krizini açıklamadığı gibi tamamından bahsetmek de Suriye isyanını anlamak için yeterli değildir. Benzer şekilde Suriye'de yaşananlara başından beri bilinçli şekilde karartma uygulamaya çalışan siyasi yaklaşımlar ve medya operasyonları, Baas katliamlarını perdeleme ihtimali bulunan her olay konusunda ise derin bir hassasiyet göstermekteler. Suriye'ye bazı mühimmat ve askeri malzeme de taşıyan sivil bir uçağın Türkiye tarafından Ankara'ya indirilmesi benzer bir sonucu doğurdu.
Bir anda Suriye'de aylardır devam eden katliam ve o katliamları yaparken Baas rejiminin kullandığı silahlar unutuluverdi. Saatlerce flu bir uçak görüntüsü üzerinden her iki cümlesinden birisi "tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz" olan "uzmanların" bol sivil havacılık, Rusya, Suriye ve Türkiye analizlerini kırık bir askeri terminoloji ve olabildiğince derin kafa karışıklığı ile ekranları doldurduğunu gördük. Oysa güvenlik güçleri gereken önlemleri alsaydı, daha önce yakın zamanda indirilen iki İran uçağı nasıl sükûnetle Türkiye tarafından kontrol edilmişse, bu uçak da edilirdi. Maalesef böyle olmadı. İş, rutin kule-uçak konuşmalarının servis edilmesine kadar gidince, Suriye unutuldu ve bol gizemli sinematoğrafik bir hikâye yazılmış oldu. Yaz başlarında Rusya ile neredeyse her sene yaşanan yaş sebze-meyve ihracatı sorunları üzerinden Suriye meselesinde Rusya-Türkiye ilişkilerini "çürük domates jeopolitiğine" indirgemeye kadar giden analiz düzeyi, maalesef sadece yaygın değil aynı zamanda bulaşıcı da. Benzer bir sorunu son uçak "krizinde" de yaşamışa benziyoruz. Lakin Rusya-Türkiye ilişkilerinin medyada bu düzeyde yoğun şekilde yorumlandığı saatlerde ise Putin ziyareti için Ankara ile tarih kesinleştiriliyordu!
Suriye krizine dair analiz ve yorumların ciddiyetini anlamak için oldukça basit bir testi kullanabiliriz. Suriye'de yaşananlar konusunda Baas rejimini bir detaymış gibi ele alan her yaklaşım ve analiz tarzı bize sadece 'Suriye konuşurken Suriye konuşmadığını' söylemiş olmaktadır. Suriye analizlerinde Baas rejiminin rolünü minimize ederek ele almak, Irak işgali sonrasında ABD'nin rolünü unutup El-Kaide analizleri üzerinden Irak'ı anlamaya çalışmaya benzemektedir. Mezkur komplocu söylemin ana çerçevesini belirlediği Suriye analizlerinde en az bulacağınız başlıklar sırasıyla katliamlar, Baas rejimi, Esad, Hamas, Hizbullah, Rusya ve İran'dır. Bu diskurun Suriye değerlendirmelerinde en fazla bulacağınız başlıklar ise El-Kaide, mezhep savaşı, İsrail'e karşı direniş ekseni, Suud ve Katar, ABD emperyalizmi ve Türkiye'dir. Hal böyle olunca Suriye analizlerine dair şüphelenmemiz için yeterince sebep ortaya çıkmaktadır. Bir diğer bakış ise Esad rejimin katliamlarını kabul eden ve bu yaklaşımını da bir lütuf gibi sunan bakış açısıdır. Bu bakış açısı, Esad'dan sadece bahsetmekte ama Suriye meselesine "büyük bir komplo" olmanın ötesinde anlam yüklememektedir. Bu yaklaşım tarzı Esad katliamlarını ya "muhalefet silahlanmasaydı Esad katliam yapmayacaktı" yaklaşımıyla ele almaktadır, ya da Esad'ın veya Baas rejiminin ismini bile zikretmeden Suriye'deki felaket tablosunu "doğal bir afet gibi" aktarmaktır.
Özetle Suriye krizini ve isyanını anlamak için mütevazı tavsiyemiz dikkatleri Suriye'de yaşananlara yoğunlaştırmaktır. Çünkü geldiğimiz nokta itibariyle, Suriye analizlerinde farklı pozisyonlardan ziyade ciddiyet krizi etrafında şekillenen zekâ ve vicdan düzeylerini konuşmaya başlamış bulunuyoruz. Türkiye siyasetiyle, bürokrasisiyle, medyasıyla ve entelektüelleri ile Suriye üzerinden bir imtihandan geçiyor. Eski Türkiye'nin Kemalist, sol, liberal ve İslamcı aktörlerinin büyük bir kısmı imtihanda olduğumuzun bile fakında değil. Farkında olanların da büyük kısmı daha sınav bitmeden havlu atmış durumdalar. Oysa Suriye krizinde sadece ciddi ve tutarlı olmayı gözeterek bile önemli katkılar verebilirlerdi.
Sabah Perspektif (13.10.2012)