Suriye Krizi: Bitmeyen Savaş mı?
Moderatör | Ufuk Ulutaş, SETA Dış Politika Direktörü |
Konuşmacılar |
|
Moderatör |
Yavuz Güçtürk, SETA İnsan Hakları Araştırmacısı |
Konuşmacılar |
|
1. OTURUM
SETA'nın Ankara ofisinde tertiplediği ve izleyicilerin yoğun ilgi gösterdiği “Suriye Krizi: Bitmeyen Savaş mı?” başlıklı panelin birinci oturumunda Suriye’deki son gelişmeler, aktörlerin durumları ve uluslararası aktörlerin tutumları masaya yatırılıp muhtemel senaryolar konuşuldu. SETA Ankara dış politika direktörü Ufuk Ulutaş’ın moderatörlüğünde gerçekleştirilen birinci oturumda T.C Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu başkanı Halid Hoca ve El Arab Televizyonu genel yayın yönetmeni Jamal Khashoggi konuştu.
Panelin birinci oturumunda ilk panelist olarak söz alan İbrahim Kalın Suriye krizinin üç boyutlu bir kriz olduğunu ifade ederek Suriye’deki gelişmelerin siyasi, askeri ve insani boyutlarına dikkat çekti. Bu üç unsura da uluslararası toplumun yeterince ilgi göstermediğini belirten Kalın, Cenevre I ve Cenevre II konferanslarının sonuçlarına bakıldığında uluslararası aktörlerin Suriye krizine yönelik yeterli düzeyde somut adımlar atmadığının ortada olduğunu ifade etti. Açıkça savaş suçları işleyip kimyasal silah kullanan Esed rejimine karşı uluslararası toplumun siyasi iradesinin yetersiz olduğunu, askeri konuda da Suriye krizine DAİŞ merkezli bir yaklaşım sergilediğini ifade eden İbrahim Kalın, en duyarlı olunması gereken konu olan insani krize dahi uluslararası camianın duyarsız kaldığını vurguladı. Buna karşın Türkiye’nin hem siyasi hem de insani boyutta Suriye krizine kayıtsız kalmadığını ifade etti. Türkiye’nin Suriyeli mültecilerle ilgili bugüne kadar yaptığı harcamaların 5 milyar doları bulduğunu ve yaklaşık 2 milyon Suriyeli mültecinin Türkiye’de olduğunu söyleyen Kalın, Türkiye’nin bu konuda başarılı bir sınav verdiğini belirtti. AB’nin alabileceği mülteci sayısının 5 bin yoksa 10 bin mi olacağını tartışırken Türkiye’nin 1 hafta içinde 180 bin Kobanili mülteciyi tereddüt etmeden aldığını belirterek Kalın, Türkiye’nin bu konudaki insani tavrına işaret etti.
Konuşması esnasında Kalın, özellikle Batılı ülkelerin DAİŞ ve yabancı savaşçılar ile ilgili Türkiye’ye çok haksız ithamlar yaptığını belirterek, Türkiye’nin Suriye ile 911 km sınırı olduğunu ve bu tehdide rağmen açık kapı politikası uyguladığını hatırlatarak bu koşullarda sınır kontrol mekanizmasının sorunsuz işlemesinin zor olduğunu vurguladı. Suriye konusunda Türkiye’nin haklı tutumunun her geçen gün daha fazla ortaya çıktığını söyleyen Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın, DAİŞ’in Esed rejimi ile dolaylı yollardan işbirliği halinde olduğunu savundu. Aracı şirketler DAİŞ’ten petrol alıp Esed’e sattığı bilgisini veren Kalın, halbuki Türkiye’nin İŞİD ile bu tarz ilişkiler kurduğu yönünde ithamlara maruz kaldığının şaşırtıcı olduğunu ifade etti. Bununla birlikte DAİŞ-Esed ilişkileri konusunda İbrahim Kalın’ın üzerinde durduğu bir diğer nokta da Esed rejiminin DAİŞ’e yönelik ciddi operasyonlar yapmaktan kaçınması ve DAİŞ’in karadan girdikleri bölgelere Esed ordusunun önceden havadan operasyonu yapmasıdır. Esed’in bu tutumunu yorumlayan Kalın, rejimin DAİŞ’in varlığından faydalandığını ve DAİŞ’in terörist imajının rejimin lehine küresel bazda propaganda aracına dönüşmesi gibi sonuçlar doğurduğunu vurguladı. Türkiye’nin bu konudaki tavrının net olduğunu anımsatan İbrahim Kalın, sineklerle uğraşmaktan ziyade bataklığın kurutulmasını ve Suriye’de krizin asıl müsebbibi olan Esed rejimine odaklanılması gerektiğinin altını çizdi. Bunlardan hareketle Kalın, sorunun doğru tespit edilmesi gerektiğini ve hem bölgesel hem küresel müttefiklerle mutabakat sağlanarak Suriye krizinin somut adımlarla çözülmesi gerektiğinin altını çizdi.
Halep’te yaşanan gelişmelere özel olarak vurgu yapan Kalın, Halep’te meydana gelmesi muhtemel bir dram Suriye’deki krizin kaderini ciddi bir şekilde etkileyeceğini hem de bu krizin Türkiye’ye de yansıyacağına işaret etti. Son olarak Kalın, zayıf devletlerin varlığı büyük bölgesel sorunların oluşmasına neden olduğunu belirterek bu devletlerin oluşturdukları güvenlik zaafiyetinin devlet dışı aktörlere fırsat oluşturduğunu ve güçlü bir şekilde ortaya çıkan milis güçlerinin bir anda bölgesel istikrarı etkileyerek kaosa neden olabildiklerini ve Suriye krizi ile birlikte bu konunun tartışılacağını ifade etti.
Panelin ikinci konuşmacısı Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu başkanı Halid Hoca ise Suriye’nin kaderinin artık tamamen Suriyelilerin dışında olduğunu belirterek konuşmasına başlarken, bölgesel aktörlerin “Esed gitsin rejim kalsın” formülünün de doğru bir formül olmadığına işaret etti. Esed’in artık kendi rejimini de hedef almaya başladığını ifade eden Hoca, Dera’da rejimin önemli 15 subayının infaz edildiğini ve rejimin kritik düzeydeki adamlarının da işkence edilip öldürüldüğü bilgisini verdi. Böylece Halid Hoca kendi kendini yemeye başlayan rejimin devletin iç bölgelerini olduğu gibi sınırları da kontrol etmeye malik olmadığını ve Esed rejiminin bir devletten çok milis gücü gibi davrandığını ifade etti. Suriye topraklarının 70 bin km²’sinin Esed’in kontrolünde olduğunu belirten Hoca, DAİŞ’in de 70 bin km²’lik alanı kontrol ettiğini Özgür Suriye Ordusu’nun 17 bin km² ve PYD’nin de 17 bin km²’lik alana sahip olduğunu ve Suriye’de böyle bir kantonel yapının devam etmesi halinde iç savaşın kaçınılmaz olacağını savundu.
2013’te Esed’in kimyasal silah kullanarak ABD’nin kırmızı çizgilerini aştığını ancak bir kısım kimyasal silahını teslim ederek yeni katliamlar için yeşil ışık aldığını söyleyen Hoca, rejimin Sarin gazı yerine Florin gazı kullanmaya başlayarak kimyasal saldırılarına devam ettiğine dikkat çekti. Bununla birlikte Halid Hoca, Suriye’de Kobani krizi ile birlikte PYD’ye uluslararası toplumun adaletsiz bir şekilde aşırı yardım yaptığını ve güçlenen PYD’nin diğer savaşan gruplardan çok daha avantajlı konuma geldiğine de dikkat çekti.
Cenevre I ve Cenevre II konferanslarından sonra siyasi çözüm ihtimalinin zayıfladığını ve çözüm için elde sadece askeri seçeneğin kaldığını değerlendiren Hoca, Kahire’deki toplantının da belli grupların veto edilmesi sebebiyle başarısız olduğu yorumunu yaptı. Konuşmasının sonlarında Halid Hoca, eğit-donat konusunda herhangi somut bir anlaşma imzalanmadığını ve bu konunun biraz komplike olduğunu zira ABD’nin bu desteğinin terörle mücadele için verileceğini ancak Özgür Suriye Ordusu’nun aynı anda Esed ve DAİŞ ile mücadele etmesi gerekirken Suriye’de istikrarı tesis eden güç konumda olması istendiğini ve bunun o kadar kolay olmadığını belirtti. İran’ın Suriye’deki yönlendirici rolüne de vurgu yapan Hoca, İran’ın bölgede kendi etki alanında serbestçe dolaşabildiğini ancak Suudi Arabistan’ın Yemen müdahalesi ile bölgesel denklemlerin değişebileceğini öne sürdü.
Üçüncü panelist El Arab Televizyonu genel yayın yönetmeni Jamal Khashoggi konuşmasına dün akşam Suudi Arabistan’ın Yemen’e yaptığı operasyona vurgu yaparak başladı. Kashoggi Suudi Arabistanın Yemen’deki askeri hedefleri bombalamasının iki hedefi olduğunu ve öncelikle Suud ordusunun Yemen’deki meşru hükümeti korumak ve İran’ın bölgedeki yayılmasını engellemek olduğunu belirtti. Suud’un Husiler ve yabancı savaşçılar arasında ayrım yaptığını ifade eden Khashoggi, buna göre pozisyon aldığını vurguladı. Daha sonra bu operasyonun Suriye krizinin mukadderatına mutlaka tki edeceğini söyleyen Khashoggi Suudi Arabistan’ın Suriye ile sınırı olmasa dahi çok stratejik bir öneme sahip olduğunu belirtti. Suriye’de savaşın devam etmesi Khashoggi’ye göre Suudi Arabistan için doğrudan bir tehdit oluşturmakta, teröre zemin sağlamakta ve tüm bölgeyi istikrarsızlaştırmaktadır. Buna göre khashoggi, uluslararası toplumun acil olarak Suriye’de somut adımlar atması gerektiğini, zira burada başlayacak bir iç savaşın uzun yıllara yayılacağı konusunda uyardı. Suudi Arabistan2ın bir bölgesel aktör olarak askeri inisiyatif alarak Yemen’e müdahale etmesini yorumlarken Khashoggi, Suriye’deki durumun ve parametrelerin farklı olduğunun altını çizdi. Ancak khashoggi, müdahale konusunda ABD’yi ikna etmenin Yemen’de olduğu gibi mümkün olduğunu belirterek bölgesel aktörlerin inisiyatif almasının önemli olduğunun altını çizdi. Sahada bölgesel aktörlerin en az İran kadar etkili olması gerektiğini söyleyen Jamal Khashoggi aksi takdirde Suriye krizinin kolay kolay çözülemeyeceğini ifade etti. Dolayısıyla Suriye krizinin çözümü için bir oyun değiştiriciye (game changer) ihtiyaç olduğuna işaret etti.
Yeni kral ile birlikte Suudi Arabistan’ın dış politikasında ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşandığını söyleyen Khashoggi bunu yanasımalarının kısa vadede ortaya çıktığını ifade etti. Daha kapsayıcı bir dış politika izleyen yeni Suud Kralı özellikle Türkiye ile ilişkilerin yeni dönemde daha pozitif bir gündeme sahip olacağı öngörüsünde bulundu.
2. OTURUM
Suriye’deki son gelişmeleri ve muhtemel gelecek senaryolarını değerlendirmek üzere SETA tarafından organize edilen “Suriye Krizi: Bitmeyen Savaş mı?” başlıklı panel SETA Ankara salonunda gerçekleştirildi. SETA İnsan Hakları Araştırmacısı Yavuz Güçtürk’ün moderatörlüğünde düzenlenen ikinci oturumda Suriye’deki krizin insani boyutu incelendi. Panelde sırasıyla Suriye Geçici Hükümeti Yerel Yönetimler ve Mültecilerden Sorumlu Bakanı Hüseyin Bekri, AFAD Başkanı Dr. Fuat Oktay ve İstanbul Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü İbrahim Kaya konuşmacı olarak yer aldı.
Kısa açılış konuşmasına savaşın nasıl başladığına ilişkin hakikatlerin unutulmaması gerektiğinin altını çizerek başlayan Yavuz Güçtürk, krizin başlangıcından bugüne insan haklarının sistematik bir şekilde ihlal edildiğini, hak ihlalleri sayısının milyonları bulduğunu belirtti. “Bugün Suriye’de insanlığa karşı suçların pervasızca işlenmesinin sebebi geçmişte bu suçların hesabının verişmemiş olmasıdır” tespitinde bulunan Güçtürk, Uluslararası toplumun ihlalleri önlemedeki başarısızlığına ve gelecekte de bu suçların gerçekleştirilmemesi için Suriye’de işlenen suçların üzerine gidilmesinin önemine dikkat çekti. Güçtürk’ün Suriye krizinin seyrini insan hakları perspektifinden özetlediği konuşmasının ardından sırasıyla konuşmacılar söz aldı.
BEKRİ: BÜTÜN DÜNYA ÖLÜM SESSİZLİĞİ İÇİNDE
Konuşmasında rejimin hava saldırıları sebebiyle defalarca yer değiştirmek durumunda kalan Suriyelilerin trajedisini çarpıcı bir şekilde aktaran Bekri konuşmasında ağırlıklı olarak Suriye’deki ve Türkiye dışındaki mültecilerin durumuna yönelik değerlendirmelerde bulundu. Bekri Esed’in kimyasal silahları teslim etme sürecinin uluslararası toplumda defacto “Suç işliyorsan suç silahını teslim et suçsuz sayıl” anlayışını ortaya çıkardığını ifade etti. Suriye içindeki nüfusun yarısının kendi bölgelerini ter etmek durumunda kaldığını söyleyen Bekri komşu ülkelere göç eden Suriyelilerin açlık ve soğukla mücadele ettiğini, Suriyelilerin kendi ülkeleri dışında başlarına gelenlerin kayıt altına alınmadığını ve özellikle sınır bölgeleri dışında yaşayanların insani yardımlara ulaşamadıklarını belirtti. Bekri Hizbullah’ın etkinliği sebebiyle mültecilerin yaşam şartlarının en ağır olduğu ülkenin Lübnan olduğunu söyledi. Suriye’de Esed rejiminin ablukası altında yaşayan 159 Suriyeli’nin açlıktan, onlarca çocuğun ise soğuktan donarak hayatını kaybettiğini belirten Bekri binlerce kişinin ölmesi “Neden basit bir kınamadan başka bir yankı uyandırmadı” sorusunu güçlü bir şekilde seslendirdi.
OKTAY: AFAD İNSANİ YARDIM YAPIYOR ASIL ÇÖZÜM SİYASİ ÇÖZÜMDÜR
Suriye krizine asıl çözümün siyasi çözüm olduğunu AFAD olarak ise sadee Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin acılarının hafifletilmesi misyonunu yerine getirmeye çalıştıklarını ifade ederek konuşmasına başlayan Oktay AFAD’ın Türkiye’de Suriyeli mümülteciler meselesinde kendi misyonunun çok ötesinde hizmetlerde bulunduğunu söyledi. Mülteciler için “misafir” kavramının kullanılmasının Türk misafirperverliğinin yansıtılması amacına matuf olduğunu dile getiren Oktay barınma merkezlerinde” gelenlerin yaşama hakkı bulunun insanlar oldukları düşüncesiyle” hayatlarını devam ettirecekleri bir ortam oluşturmayı hedeflediklerini, barınma ve beslenme hizmetinin yanısıra eğitim, sağlık, eğitim ve sosyal hizmetler sunduklarını; asıl problemin ise kamp dışındaki Suriyeliler’in yaşam şartları problemi olduğunu dile getirdi. Oktay Türkiye’ye açık kapı politikasını sürdürmesi çağrısında bulunan ve Suriye ile sınırı olmayan ülkeleri bölgedeki insan haklarını korumak noktasındaki samimiyetlerini göstermek üzere ellerini taşın altına koymaya çağırdı.
İBRAHİM KAYA:ARTIK UZUN VADELİ ÇÖZÜMLERİN ARAŞTIRILMASI LAZIM
Konuşmasında hukuki statü açısından Suriye krizini inceleyen Kayan insani yardımlar, güvenli bölge, geçici koruma statüsü başta olmak üzere pek çok hayati konuya dair değerlendirmelerde bulundu. Uluslararası hukukun gelenekselleştirilmiş terminolojisi dışında hukukun amacına uygun yöntemler geliştirmesi gerektiğini ifade eden Kaya Ulus hukuk terminolojisinde ülke içinde yerinden edilmiş kişilere yardım götürülmesi için ev sahibi devletin rızasına ihtiyaç olduğunu, Esed rejiminin insanların aç bırakılmasını bir savaş taktiği olarak kullandığını dolayısıyla Uluslararası hukukun amaçları doğrultusunda çözüm aramak mecburiyetinde olduğunu ifade etti. Suriyelilere yardım ulaştırılabilmesi için fiili olarak gücü elinde bulunduran otoriteden yardım izni alınması gerekiyor değerlendirmelerinde bulundu.
Uluslararası hukukun güvenli bölge oluşturmanın önünde engel teşkil etmediğini, güvenli bölgede yardımların çok daha kolay yapılabileceğini vurgulamakla birlikte Kaya “güvenli bölge” kavramına ihtiyatla yaklaşılması ve bu bölgede güvenliğin kim tarafından nasıl sağlanacağının önceden tespit edilmesi gerektiğini ifade etti. Kaya Türkiye’nin insani bir yükümlülükle hareket ederek açık kapı politikası uyguladığını ancak artık uzun vadeli çözümlerin araştırılması gerektiğini ve “misafir” olarak tanımlanan bu nüfusun geri dönmeme ihtimalinin göz önünde bulundurularak politikalar üretilmesi gerektiğini vurguladı. Uluslararası toplumun IŞİD’e karşı gösterdiği tutumu en az IŞİD kadar ağır insan hakkı ihlallerinde bulunan Suriye rejimine karşı göstermemesini eleştiren Kaya, Suriye’deki insanlık suçlarının faillerinin muhakkak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gereğinin altını çizdi.