Barzani bütün uyarılara rağmen "Kürdistan bağımsızlık" referandumunu gerçekleştirdi. Böylece Kürt milliyetçileri çok konuşulan bir sürecin somut adımını atan aktörler oldular: Irak ve Suriye'nin parçalanması. Bu adımın Türkiye ve İran'ı hem bölgenin geleceği hem de kendi toprak bütünlükleri açısından kaygılandırdığı aşikâr. IKBY şehirlerindeki panolarda "büyük Kürdistan" afişlerinin olması basit bir sembolden öte, referandumun PanKürdist milliyetçi psikolojisini göstermekte. Bu itibarla referandumun iki süreci güçlendirdiği görüşündeyim:
1- Türkiye, İran ve Merkezi Irak Hükümeti arasında bölge ülkelerinin "toprak bütünlüğünü" temin edecek bir işbirliği çerçevesini oluşturma arayışı.
2- Kürt milliyetçiliğinin "Büyük Kürdistan" tahayyülünün tetiklediği farklı milliyetçilikler kapışması.
***
Bu iki süreci açıklamadan önce bir noktayı netleştirerek başlayalım. IKBY yönetimini bu kadar ısrarcı kılan şey, son günlerde Barzani yanlısı kalemlerin genişçe anlattığı gibi, Bağdat'ın hatalı politikaları değildi. Maliki ve İbadi yönetimlerinin ayrıştırıcı Şiici politikaları ve 2005 Anayasası'nda uygulamadıkları maddeler hususunda yapılan eleştirilerin hepsi haklı görülebilir. Ancak Deaş ile mücadele sırasında güçlenerek Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeleri ele geçiren IKBY'ye de demografik temizlikten anayasaya aykırı uygulamalara kadar birçok eleştiri getirilebilir.
IKBY ele geçirdiği tartışmalı bölgeleri Bağdat ile anayasanın uygulanması için pazarlıkta kullanabilecek imkâna zaten sahipti. Zaten Kerkük'ün referanduma dahil edilmesi ve bu şekilde referandumun gerçekleştirilmesiyle artık mesele "haklarını alma müzakeresi" olma noktasından çıktı. Mesele Kürt milliyetçilerinin bağımsızlık hülyasıdır. Ve İsrail, ABD ve hatta Rusya ile yaptıkları görüşmelerden gördükleri fırsat penceresidir. Bu sebeple hangi tarafın neden hatalı ya da haklı olduğunu konuşmak sadece savunduğunuz tarafı gösterir; daha fazlası değil. Hele hele bu tür argümanlarla Türkiye'nin politikasını "Kürtdüşmanlığı" ile eleştirmek kimin yanında pozisyon aldığınızı netleştirir, o kadar.
***
Deaş, Musul'dan başlayarak Suriye'nin önemli kısmını ele geçirdiği dönemde Irak ve Suriye'nin kaderini birleştirdi. Deaş sonrası dönemin gündeminin de bu iki ülkedeki Kürt milliyetçilerinin "devlet arayışı" olması yine aynı ortak kaderi hatırlatıyor. Demem o ki, Irak ve Suriye'nin parçalanma süreci İran, Türkiye ve Irak arasında ciddi bir işbirliği zemini yaratıyor. Hem de bütün rekabetlerine ve menfaat farklılıklarına rağmen. Barzani'nin bağımsızlık ısrarı bu işbirliğinin somutlaşmasını ve hatta Suriye denklemine de yansımasını icbar etti.
Şimdilik bu işbirliği Kerkük'ün IKBY'nin elinden alınması ve ekonomik yaptırımlarla "bölgesel yönetim" kalmayı kabul edecek bir siyasi zemine çekilmesi hedefi etrafında. İşbirliğinin PKK'nın Irak'taki varlığını hedef alması da kaçınılmaz bir unsur durumunda. Bu hedefin gerçekleştirilmesi için hızlı bir koordinasyona ihtiyaç var. Kanaatimce Irak'taki nisan seçimlerine kadar bu hedefin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği görülecek. Bu arada, zaman Barzani'nin lehine...
***
IKBY yetkilileri hem Türkiye ve İran'ı "komşu ülkelere tehdit olmadıkları" söylemiyle yumuşatmaya ve mümkünse birbirine karşı oynamaya çalışacaklar. Hem de ABD ve Rusya'nın devreye girerek üzerlerindeki baskıyı azaltması için çabalayacaklar.
Anlaşılan, petrol pazarlıkları üzerinden bu rahatlamanın olabileceği görüşündeler. Körfez ülkelerinin de IKBY'ye destek vermesi kimseyi şaşırtmayacaktır. Bu arada kendilerine yakın çevreler üzerinden de "Kürtlere düşmanlık" yapılıyor söylemi ile Türkiye'nin baskısını zayıflatmaya çalışacaklar.
Referandumun gerçekleşmesinin "Kürt milliyetçiliği" ve "Kürdistan" tahayyülünü yeni bir aşamaya soktuğu konusunu yarınki yazıma bırakayım.
[Sabah, 29 Eylül 2017].