Çok uzun süredir "siyasette normalleşme" kavramı biri diğerinin tam zıddı anlam ifade edecek şekilde işlevsel olarak kullanılmakta. Türkiye'de tarihsel olarak siyaset normal şartların bir ürünü olmadığı için, siyasetin normalleşmesi ile siyasetin demokratik dinamikler üzerinden yürümesi, siyaset kurumunun işleyişinde vesayet mekanizmalarından arındırılması, seçimlerin sorunsuz işlemesi ve siyaset alanının genişlemesi gibi hususlar vurgulandı.
Ancak, bu kullanımın tam karşıtı olacak şekilde, son dönemlerde siyasetin normalleşmesi söylemi, daha çok bir muhalefet stratejisine dönüştürülmüş ve iktidarı terbiye etmenin bir aracı haline getirilerek taktiksel olarak kullanılmakta. Aslında bu tip bir pratiğin biraz altı kazılırsa, siyasetin arkaik kodlarına bir referans olduğu da kolayca anlaşılır. Seçimin hemen ardından koalisyon iktidarının bir "restorasyon hükümeti" olması gerektiğine ilişkin açıklamaları bu çerçevede görmek gerekir.
7 Haziran seçimine gidildiği dönemde bir taraftan siyasetin ve toplumun aşırı "kutuplaştığı" dile getirilirken; diğer taraftan da bir koalisyon ihtimalinin siyasette "normalleşmeyi" sağlayacağı sürekli vurgulandı. Ancak bu argümanlarla seçime hazırlanan çevreler, aynı zamanda AK Parti'ye karşı tüm diğer siyasi partileri, örgütlü yapıları ve toplumu bir "blok" halinde ortak ve karşıt bir siyaset üretmeye yönlendirerek, siyasetin "normal dinamiği" içinde işlemesine müdahale ettiler.
Seçim öncesinde oluşan bu bloğun seçimden sonra da ortak hareket edeceğine yönelik bir yanılsama oluştu. Siyaseti yanlış okuma üzerine ortaya çıkan bu duruş, "yüzde 60'lık blok" üzerinden siyasetin sınırlarını zorlama girişimiydi. Seçim sonuçlarının ilk heyecanı ile de bu "yüzde 60'lık blok" olarak adlandırdıkları siyasi partilere, kağıt üzerinde Meclis Başkanı'nı seçtirdiler ve AK Parti'siz hükümeti bile kurdular.
Ancak kutuplaşma ve normalleşmenin kullanım değerinin seçim sonrasında işlemeyeceğini göremedikleri için, MHP'nin, kendi tabirleriyle, "oyunbozanlık" yapmasını içlerine sindiremediler. Daha önceden siyasetin dilini sert bulan, toplumsal gerilimi azaltmanın yolu olarak uzlaşma siyasetinden bahseden çevreler, bir anda MHP yönetimini "şeytanlaştıran" ve ağır dille suçlayan çatışmacı bir söyleme kolayca yöneldiler.
Türkiye'nin koalisyon dönemlerinde dizayn siyasetinin işlev gördüğü bir gerçektir. Böyle olunca da koalisyon zorunluluğunun ortaya çıkmasıyla birlikte, bu alışkanlıklar tekrar nüksetti. Özellikle "yüzde 60'lık blok" içerisinde kilit parti olan MHP üzerinde, Meclis Başkanlığı seçiminde baskı kurularak sonuç alınmaya çalışıldı. Ancak MHP lideri Devlet Bahçeli daha önceki koalisyon tecrübesinin, partisi açısından olumsuz sonuçlarını bildiği için bu baskılara boyun eğmedi.
Bu açılardan bakıldığında, ileriki günlerde başlayacak koalisyon görüşmeleri için Meclis Başkanlığı seçimleri olumlu sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçlardan ilki, siyasetin kendi dinamiğinin ve sosyolojisinin dışından gelebilecek dizayn siyasetinin başarılı olmayacağı erkenden görülmüştür. İkincisi, sadece bu seçim sonucunda değil çok öncelerden itibaren tüm muhalefeti, daha çok toplumun yüzde ellisi olarak genelleştirilen, ortak blok olarak görme alışkanlığı yanlışlanmıştır. Üçüncü olarak, ister koalisyon kurulsun ister erken seçime gidilsin siyasetin normalleşmesinin ancak kendi dinamikleri içerisinde yaşanacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Tüm bunların gösterdiği dördüncü bir sonuç, partilerin kendi tabanlarını göz ardı ederek karar alamayacakları gerçeğinin altı kalınca çizilmiştir. Bu da siyasetin "topluma mahkum" olmasını ifade ettiği için, siyasetin geleceği açısından hayati derecede önemlidir.
[Sabah Perspektif, 4 Temmuz 2015]