Merkez Bankası'nın birinci görevi fiyat istikrarını sağlamak, yani enflasyonu kontrol altında tutmak.
Enflasyonu kontrol altına almak için de Türkiye'de enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmaktadır. Bu rejim, 1990'lı yıllarda birçok ülkede kullanılmaya başlanan ve Türkiye'de yıllarca önemli bir sorun olan enflasyonun düşürülmesi için de 2000'li yıllarda heyecan oluşturan bir rejim oldu.
Bu rejim her ne kadar 2002–2005 döneminde “örtük enflasyon hedeflemesi” şeklinde uygulanmışsa da, enflasyon hedeflemesi rejiminin Merkez Bankası tarafından resmi para politikası olarak belirlendiği yıl ise 2006.
Enflasyon hedeflemesi uygulamasında, enflasyonu etkileyen vergiler, gıda fiyatları ve petrol fiyatları gibi faktörler var. Tüm bunlar da, para politikasının sorumlu olmadığı ve dolayısıyla kontrol edemediği konular. Bu durumda, enflasyon hedeflemesinin kendi içinde de sorun oluşturduğu açık.
Bu konuyu SETA'dan Nurullah Gür, “Merkez Bankası İçin Alternatif Hedefler” perspektif yazısında, enflasyon hedeflemesinin çözüm değil sorun oluşturduğunu şu şekilde açıklıyor:
“Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede Merkez Bankası'nın enflasyon hedeflemesi uygulamasıyla hem fiyat istikrarına hem de ekonomik büyümeye destek vermesi çok mümkün görünmüyor. Merkez Bankası elindeki para politikası araçlarını kullanarak, kanuni olarak belirlenmiş olan fiyat istikrarını koruma görevini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Ancak, küresel kriz ortamı ve jeopolitik risklerin son yıllarda artması ile birlikte sadece Türkiye'de değil dünyanın birçok ülkesinde merkez bankaları ellerindeki politika araçları ile enflasyon hedeflemesini tutturmakta başarısız olmaktadır. Bu başarısızlıktan dolayı da enflasyon hedeflemesi bütün dünyada tartışılmaktadır.”
Dolayısıyla, hem hedeflenen enflasyon oranlarından uzaklaşılması hem de Merkez Bankası'nın tek hedef olarak belirlediği bu göstergede de başarısız olmaları Merkez Bankası'nın güvenirliğini tartışmalı hale getirmektedir.
ÇOKLU HEDEF: ENFLASYON VE İŞSİZLİK VEYA GSYH
2008 yılında ise, küresel ekonomik krizle beraber, Merkez Bankası'nın tek hedefinin fiyat istikrarı olamayacağı tartışılmaya başlandı. Merkez Bankası'nın fiyat istikrarı yani enflasyonu kontrol altında tutmasının yanı sıra, makro istikrardan da sorumlu olması gerektiği dile getirildi.
Yani, Merkez Bankası etkilediği makro ekonomik göstergelerin olumlu seyretmesi için görevli olduğuna dair bir kabul yerleşti.
Ancak Türkiye'de Merkez Bankası'nın tek hedefinin enflasyon olduğu, bağımsızlık tartışmasıyla eş tutuldu. Buna rağmen, Türkiye için 2016 yılında hedeflenen enflasyon oranının yüzde 5 iken, mevcut durumda enflasyonun yüzde 8.5 olarak gerçekleşmesi, tek ve asıl görev olarak kabul edilen enflasyon konusunda da sorun yaşandığını gösteriyor.
Tam da bu sebeple, Merkez Bankası'nın yalnızca enflasyonu hedeflemesine rağmen enflasyon hedefinin gerçekleşmemesi ve Merkez Bankası'nın en önemli gösterge olan GSYH ve işsizliği ihmal etmeleri, geçmişte hükümet ve Merkez Bankası arasında en ciddi çatışma konularının başında geliyordu.
Çünkü, enflasyon hedeflemesi düşük oranlı ekonomik büyümeye, yüksek oranda işsizliğe ve yüksek reel faize neden olması, faizden gelir elde eden kesimlerin ise bu sistemde kazançlı çıkması tartışmaların daha da büyümesine neden oluyor.
Enflasyon hedeflemesi yapılırken kullanılan faiz göstergelerin değişmiş olması, enflasyon sorununu ortadan kaldırmıyor. Geçmişte Merkez Bankası hiçbir risk almadan politika faiz oranını artırırken, şimdi ise politika faiz oranı değişikliğine gitmeden, geç likidite penceresi ile fonlama ve dolayısıyla enflasyona neden olacak finansmanın maliyetinin yükselmesi nedeniyle, hedeflenen enflasyonu anlamsız kılmakta.
Çünkü değişen çok da bir şey yok aslında.
Bu durum, Merkez Bankası'nın elini bağlıyor ve bankayı da çaresiz bırakıyor.
KAMU VE ÖZEL BANKALAR ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI
Diğer yandan enflasyonun bu kadar yüksek olması her ne kadar Merkez Bankası'nın görev alanındaysa da, kamu ve özel bankaların da enflasyonun düşürülmesine katkı yapmaları gerekiyor.
Faizlerin bu kadar yüksek olmasının nedenlerinden birisi de, bankaların bu süreçte ellerini taşın altına koymamaları değil mi? 2016 yılında banka kârlarının yüzde 44 oranında artması ve toplam bankacılık sektörünün kârının 38 milyar olmasında bunun katkısı yok mu?
Dolayısıyla, yeni dönemde ekonomi kurumları yapılandırılırken, başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi kurumların kullandığı araçlarda da değişiklik şart gözüküyor.
Ayrıca, yeni dönemde Merkez Bankası'nın para politikası araçlarıyla hem enflasyonu hem de ekonomik büyümeyi ve işsizliği orantılı bir şekilde gözeterek sürdürebileceği alternatif hedefleme yöntemleri bulması ve bunun üzerinde kafa yorması gerekiyor.
[Yeni Şafak, 8 Mayıs 2017].