Nevruz/Nevroz’dan bu yana yükselen gerilimin politik çözümlemesini yapamayan ve sorunu yönetemeyen Ankara, PKK’nın ‘şiddet kapanına’ düşerek, senaryosu belli ancak sonuçları öngörülemeyen yeni bir belirsizlik sürecinin içine girdi. Sorunu günü birlik izahlar ve ayaküstü kararlarla çözeceğini sanan Ankara, problemin derinliğini ve karmaşıklığını göremiyor. Devletle, Kürt siyaseti arasındaki kör dövüşünden en çok mağdur olan ise Kürtler oluyor.
Defalarca söylediğimiz gibi Ankara, Kürt siyasi hareketinin nasıl bir yeni dalgaya evrildiğini maalesef göremiyor. PKK tarafından bilinçli olarak yükseltilen şiddet, indirgemeci bir yaklaşımla her defasında “seçim öncesi siyasal gerilimi tırmandırmak, seçim sonuçlarını maniple etmek, ülkeyi istikrarsızlaştırmak, hükümeti tasfiye etmek, pazarlık gücünü yükseltmek, dış güçlerin oyununa gelmek” gibi görece haklı ancak eksik bir değerlendirmeye tabi tutulurken, örgütün en azından bir kısım Kürtlerin duygu dünyasındaki yerini görmüyor. Yaşanan sorunun tabiî ki yukarıda sıralanan nedenlerle yakından ilişkisi var ancak her şeyden öte yaşanan yüz yıllık bir sorunun varlığını kabul etmek gerekiyor.
Devletin PKK’yı en başından bu yana hafife alması, bölgedeki örgütlülüğünü görememesi, sorunu yanlış tanımlayıp, çözümü yanlış yerde araması büyük bedeller ödenmesine yol açtı.‘Denenmiş’ yöntemlerde ısrar eden Türkiye, sorunla yüzleşmeden, ‘yüzyıllık ezberlerle’ zaman kazanmaya çalışıyor. AK Parti, Eruh baskınından bu yana 5 Cumhurbaşkanı 8 Başbakan, 10 Genelkurmay Başkanı, 24 İçişleri Bakanı değişmesine rağmen PKK’nın varlığını devam ettirmesini sağlayan iklimi en iyi bilen bir siyasi hareket olduğu halde bugün onun da “askeri” çözüm seçeneğini masaya sürmesi devlet aklı bakımından dramatik bir manzara oluşturmaktadır. Kürt siyasi hareketi ise politik dönüşümünü gerçekleştiremeyerek hem kendisinin hem de devletin kabuk değiştirmesine izin vermezken aynı zamanda politik çözümü engelleyerek varoluş sebebini ortadan kaldırıyor.
Bu kaçıncı PKK?
Bugün gelinen aşamada mesele PKK’yı yok edip etmeme meselesi değildir. Sorun uzun zamandır PKK’yı, BDP’yi, Öcalan’ı, Türkiye’yi aşmış uluslararası boyuta ulaşmıştır. Yaşanan problem herhangi bir örgütün varlığı veya yokluğuyla ortadan kaldırılamayacak derece de derindir. Bugün Kürtlerin silahlı mücadelesi haklı olarak eleştiriliyor fakat eleştiriler bununla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda kepenk kapatma eylemi, sivil cuma, siyaset yapma biçimi de eleştiriliyor. Örgütlenme tarzı ve yöntemi de kritik ediliyor. Ankara bir defa dahi sormuyor. Peki bütün bunlardan mahrum bırakılan Kürtler ne yapacak ve nereye gidecek? PKK’yı yok etmeye harcanan mesainin onda biri Kürt siyasi hareketinin yaşadığı ‘güven krizinin’ yok edilmesine harcanmış olsaydı bugün çok daha farklı bir tablo oluşacaktı.
Neden-sonuç ilişkisini bir türlü doğru kuramayan devlet, PKK’yı yok ettiğinde sorunu çözebileceğini düşünüyor. Genel Kurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ’un ifadesiyle örgüt kadroları “5 defa yok edilmesine” rağmen; bugün dağda beş bine yakın militan hala neden var sorusunu bir türlü sorulmuyor. Kadroları 5 defa yok edilen bir örgüt bugün 6. defa dağda. Dağ da olması bir yana tarihinde olmadığı kadar “düz ovada” ve şehirde. Bölgedeki toplumsal koşulların değiştiği, örgütün şehirli bir karakter ve Kürt siyasi hareketinin özgüven kazandığı, bir dönemde yeniden en başa dönmek kopuşu hızlandırmaktan öteye gitmeyecektir. PKK bu reel politiği gördüğü için devleti, tuzağa çekerek nihai adımı atmak istiyor.Ankara, çeyrek asırdır ‘PKK yok edilmeden, sorun çözülemez’ tezini tekrarlarken çözümsüzlüğün şiddetin yükselmesine zemin hazırladığını kabul etmek istemiyor. Politik çözümün ötelenmesi paradoksal olarak devletin tezlerinin zayıflamasına, ileri sürülen taleplerin yükselmesine ve örgüte verilen toplumsal desteğinin artmasına yol açıyor. Ülkenin en temel meselesi karşısında asgari bir dil ve tavır birlikteliğinin olmaması sorunun kendisinden daha büyük bir probleme neden oluyor. PKK ise devletin ikircikli tutumu karşısında toplumsal çelişkiyi derinleştirerek Ankara’yı çözüme zorluyor.
90’LI YILLARA DÖNME ARZUSU...
PKK, yeni şiddet dalgasıyla AK Parti hükümetini 90’lardaki ‘şiddet sarmalına’ çekip, bölgedeki örgütlü gücünü kullanarak hükümeti hata yapmaya zorluyor. Örgüt 90’lardaki ‘düşük yoğunluklu mücadele’ konseptinin tabanını güçlendirdiğini biliyor. PKK bir yandan çözüm için pazarlık gücünü yükseltirken diğer yandan da bölgede bir ‘devlet aklı’ inşa ediyor. Bugün gelinen noktada çatışmaların durması da, derinleşmesi de örgütün işine yarıyor. Ankara en kısa zamanda muhataplık sorununu çözüp, yaşanan güven kaybını ortadan kaldırmazsa sorun yarın başka bir faza evrilecektir.Son tartışmalarda görüldüğü üzere AK Parti bu meselede devletin diliyle konuşmaya başlamış ve devletçi bir pozisyon almıştır. Bu yaklaşım orta vade de AK Partinin, Kürtler nezdindeki hakem rolünü yitirmesine ve ona atfedilen anlamın kaybolmasına neden olacaktır. Haddizatında PKK 2007 yılından bu yana sergilediği tutumla buna yatırım yapmaktadır. Programında sorunu demokratik yollardan çözeceğini dile getiren ve bu bağlamda Demokratik Açılım sürecini başlatan AK Parti, geçen on yılda sorunun çözümü konusunda devrim sayılacak adımlar atarken Kürt siyasetinin güvenini kazanma konusunda başarısız olmuştur. Bunda PKK’nın ‘oyunbozanlık’ eden tutumun da etkisi bulunmakla birlikte asıl mesele AK Partide düğümlenmektedir. Bugün gelinen noktada AK Parti, demokratik açılım sürecinin ana eksenine PKK’nın tasfiye edilmesini koymuş durumdadır.
Tayyip Erdoğan, İstanbul İl Başkanlığından bu yana gösterdiği siyasal performansla Kürtler için farklı lider olmuştur. Muhafazakâr/dindar kimliği, geçmişte devletin gadrine uğramış olması, vesayet düzenini geriletmede gösterdiği mücadele ve Kürt sorununun çözümü konusunda samimi yaklaşımı onu diğer liderlerden farklı kılmaktadır. Erdoğan’ın şimdiye kadar girdiği tüm mücadelelerde başarıyla çıkması, PKK’nın tasfiyesi konusunda nasıl bir sonuç alacağını daha anlamlı hale getirmektedir. Erdoğan, şimdiye kadar girdiği mücadelelerde gösterdiği performansı PKK konusunda da gösterir ve PKK’yı gerilettikten sonra Kürt siyasetiyle masaya oturursa bir kez daha tarihe geçmiş ve önderliğini pekiştirmiş olacaktır. Aksi takdirde on yılda büyük mücadeleler sonucunda elde etiği ‘dokunulmazlık’ zırhını ilk defa sorgulatır hale getirecektir. Bu bağlamda Erdoğan’ın PKK’nın tasfiyesi konusunda vereceği imtihan onun liderliği ve 2023 hedefleri bakımından hayati bir rol oynayacaktır.
Sonuç itibarıyla son 30 yılda devletle-PKK arasındaki irrasyonel mücadele patriği içinde büyük bedel ödeyen Kürtler ve Türkler artık bu şiddetin durmasını ve barışın gelmesini istemektedirler. Gelinen noktada ne tarihi geri çevirmek, ne de yaşananları yok saymak mümkündür. Zamanın ruhunun ve tarihin gösterdiği odur ki ‘toplumsal çelişkilerin en yoğunlaştığı dönem’ barışın en yakın olduğu dönemdir.
Star/Açikgörüş - 21.08.2011