Geçtiğimiz haftalarda Cuma günü bir iş için Bakırköy'deydim.
İşimi halledebilmem için biraz beklemem gerekiyordu ve Cuma namazının saati de yaklaşıyordu. Bulunduğum yerden ayrılarak civarda bir cami aramaya başladım.
Yaklaşık 5-10 dakika sokakları dolaşmama rağmen camiyi bulamadım ve bir kafenin kaldırıma attığı masalarda çay içen, mahalle sakini oldukları her halinden belli olan, orta ve üzeri yaşa gelmiş hani 'kerli felli' diye tabir edeceğimiz bir gruba 'yakınlarda cami var mı' diye sordum. Gruptan bir kişi 200-300 metre ileride bir cami var diye cevap verirken bir diğeri araya girdi ve sert bir tonlama ile 'her yönde 100 metrede bir cami var zaten' dedi.
Somut alelade bir soruya, alelade bir cevap vermek mümkünken - ki muhataplarımdan birisi tam öyle yapmıştı- gelen sert ve imalı cevap, cevaplayanın aksiliğinden ve huysuzluğundan çok daha fazlasını, Kemalizm'in en temel sorunlarından birisini barındırıyordu.
Sorum 'neden burada yeterince cami yok' eleştirel imasını kesinlikle barındırmıyordu ama aldığım cevap baştan aşağıya 'zaten memleketin her yerini cami ile doldurdunuz, şimdi de bana cami mi soruyorsun' öfkesini içeriyordu.
O gün caminin yolunu doğru düzgün tarif eden beyefendiye teşekkür edip, diğerini yok sayarak yoluma devam ettim. O günden bu yana bana tanıdık gelen bu tepkinin üzerine düşünüyorum.
Basit bir olaya fazla anlam yüklediğimi düşünüyor olabilirsiniz ama anlattığım sahneden bağımsız olarak bahsettiğim durumu daha önce de gözlemlediğime eminim. Evet, bu tepki bana tanıdık geliyor. Ancak bu daha önce şahit olduğum Kemalist saldırganlıktan ve öfkelerden farklı. Direkt ve doğrudan değil, şiddeti düşük, altında barındırdığı öfkeyse çok daha büyük.
Bir insan kendisine sorulan bir soruya neden basitçe cevap veremez? Neden kendini günlük hayatın her anında siyaset yapmak veya mesaj vermek zorunda hisseder? Muhatabı ile temel nezaket ölçüleri içerisinde beşeri ilişki kurmasını engelleyecek kadar siyasi öfkeyi nasıl biriktirir?
Sorulara cevap vermek için Kemalizm'in hem tarihine hem de bugününe bakmak gerekiyor. Her fırsatta mesaj veya ders verme zorunluluğu Kemalistlerin tarihsel tecrübesinden ve hayat pratiklerinden kaynaklanıyor.
'Halka rağmen halk için' ilkesini bütün defoları ile benimsemiş bir ideolojiden ve bu ideolojinin taşıyıcısı/ uygulayıcısı olan bir toplum kesiminden bahsediyoruz.
Köye atanan öğretmenin köy okulunun bakımsızlığını görünce köy kahvesinin kapısını hışımla açarak içeridekilere eğitimin önemi hakkında nutuk çektiği anın tasviri ile dolu kitaplar okuyarak ve filmler izleyerek büyüdüler. İster öğretmen olsunlar ister olmasınlar kendileri yani imtiyazlı zümre dışındaki herkesi eğitmek/ aydınlatmak Kemalist ideolojinin ta kendisi ola geldi en başından beri.
Ve bu tarihsel yüke şimdi de sınıfsal öfke eklendi. Kendilerine ait gördükleri maddi manevi her türlü ayrıcalığı ders alma konumunda olanlarının 'gasp' ettiğini düşünüyorlar. Bu gasp düşüncesi çok daha derinlere iniyor ve ortalama bir Kemalist için ölüm kalım savaşı halini alıyor. Mesele seçim kazanamamak, eskiden olduğu gibi en prestijli konumlarda yer alamamak, yüksek ücretli/karlı işlerde çalışamamak değil sadece. Türk toplumu Kemalizm'in listenin başında yer aldığı her türlü siyasi, ekonomik, kültürel vesayetten arınıyor. Kemalizm'in 'yol göstericiliğine' ihtiyaç duymadan kendi yolunda yürüyor. Üstelik gayet iyi bir performans ortaya koyuyor. Haliyle Kemalizm'e veya bir başka vesayet ideolojisine gerek olmadığı, vasimiz olmadan da kendi işimizi kendimiz görebildiğimiz ayan beyan ortaya çıkıyor. Sözün özü Kemalizm'in dayandığı varlık zemini ortadan kalkıyor!
Peki, Kemalizm bunun karşılığında neye dönüşecek?
Nasip olursa önümüzdeki birkaç yazıda bu soruya cevap arayacağım.
[Takvim, 31 Ağustos 2017].