Cumartesi günü, Nevruz kutlamalarına katılmak için Diyarbakır'daydım. Yağan yağmura, belediyenin başarısız organizasyonuna ve çamura rağmen ortam, bir festival ortamıydı. Festival derken apolitik bir ortamdan da bahsetmiyoruz elbette. Meydanın dili son derece politikti. Bu politikliği belirleyen başlıca unsur ise Öcalan sembolizmiydi. Öcalan'ın posterleri her yerdeydi ve meydanda merakla beklenen şey, Öcalan'ın mektubuydu.
Öcalan'ın mesajı önce Kürtçe ardından Türkçe okundu. Benim için bir sürpriz yoktu. Daha önce ipuçları verilen mesaj, daha net bir biçimde formüle edilmiş oldu. Öcalan'ın "PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yaklaşık 40 yıldır yürüttüğü silahlı mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uymak için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim" mesajı hiç kuşkusuz metnin en can alıcı kısmıydı. Bundan böyle mesele, devlete karşı "silahlı mücadeleyi sonlandırma ve yeni dönemin ruhuna uyma" çağrısına silahlı Kürt hareketinin ne zaman ve nasıl cevap vereceğidir.
***
Şimdi herkes şu soruyu soruyor. Bundan sonra ne olacak? Bu sorunun sorulmasındaki tek amil, Öcalan'ın yaptığı "kongre çağrısı"na tam olarak hangi tarihte cevap verileceği ile ilgili merak değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen hafta başından beri "Kürt sorunu" ve "Çözüm Süreci" başlıkları altında yaptığı eleştirel açıklamalar da, "bundan sonra ne olacak" sorusunun sorulmasına yol açıyor. Zira birçok yorumcu "Erdoğan'ın süreçle ilgili hükümetle ayrıştığı ve bu nedenle çözüm sürecinin akamete uğrayabileceği" tezini işliyor.
"Bundan sonra ne olacak" sorusu, anlamlı bir soru. Bu soruyu soranların bir kısmı, sahici beklenti ve endişelerini dile getirirken, bir kısmı da süreçle ilgili karamsar bir tablo oluşturmayı hedefliyorlar. Önümüzdeki süreçle ilgili karamsar bir tablo çizmek isteyenler, Öcalan'ın mektubunu da, Cumhurbaşkanının açıklamalarını da aşırı okumaya tabi tutarak, neredeyse "çözüm sürecinin önünde birer engel" gibi yansıtmayı tercih ediyorlar. Oysa ne Öcalan'ın mektubu ne de Cumhurbaşkanının açıklamaları, çözüm sürecinin ana güzergâhına zarar verecek açıklamalardır. Aksine bu açıklamalar sürecin tahkimi noktasında, kendi toplumsal tabanlarındaki endişeleri ortadan kaldıracak mahiyette açıklamalardır. Erdoğan, çözüm sürecinin siyasi riskini alan, sürecin kararlılıkla yürütülmesi için gayret sarf eden ve onun toplumsallaşmasını temin eden ana aktör konumundadır. Bu aktörün, süreci tersine çevireceğini beklemek, bunca kazanımı feda edeceğini varsaymak ya siyaset bilmemektir ya da bu söylem bir başka siyasetin parçası olarak kullanılmaktadır.
***
"Bundan sonra ne olacak" sorusunun asıl ve öncelikli muhatabı silahlı Kürt hareketidir. Kobani kırılmasının net biçimde karşımıza koyduğu ayrışma, çatlak yahut direnç Öcalan'ın çağrısı önünde bir engel oluşturabilecek mi? Hatırlayalım, Cemil Bayık "Kürt sorunu sadece Türkiye'nin sorunu değil, uluslararası bir sorundur ve çözümü de uluslararası olmalıdır" diye bir söz sarf etmişti. Bayık, bununla "uluslararası bir izleme heyeti ihtiyacı"nı dile getirmiş ve bundan sonra hep beraber "izleme heyeti" meselesini tartışmaya başlamıştık.
Oysaki, esas mesele yerlici perspektif ile pan-Kürdist perspektif arasındaki derin ayrışmadır. "Kobani biterse Çözüm süreci biter" demek bunun somut göstergesiydi. Pan-Kürdizmin Kürt realpolitik siyasetini tehdit ettiği noktaydı burası. A