Tamam İstanbul'u kazandı ve başarıyla yönetti. Tamam Başbakan da oldu. Hadi diyelim ki çeyrek asır boyunca onlarca seçim kazandı. Hadi büyük reformlar yaptı. Önemli badireler atlattı. Darbelerle boğuştu. Kazandı. Kazandı. Sonra yine kazandı. Rakipleri birer birer sahneden silindi. Hatta onunla yola çıkanlar bile devre dışı kaldı. Birçoğu kritik zamanlarda korkunç hatalarla halkın güvenini yitirirken, Erdoğan halkın gözünde normları belirleyen ve kitleleri tek başına peşinden sürükleyen bir lidere dönüştü. Ama iç siyasette kazanmakla da kalmadı. İki yıldır dış politikada da ipleri eline aldı. O tarihten bu yana Türkiye'nin bütün kritik sorunlarını büyük bir başarıyla yönetti. Fırat Kalkanı'ndan Zeytindalı'na başarılı askeri operasyonların altına başkomutan imzasını attı. Astana'dan Tahran'a diplomasinin bütün inceliklerini sergiledi. Tüm dünyanın gözleri önünde İdlib anlaşmasını yaptı. Şimdi de ABD'nin Kuzey Suriye'den çekilmesini sağlıyor. Dikkat edin. Putin'ide Trump'ı da aynı anda ikna etti. Adam yine kazandı. Onca şey oluyor. Sonunda yine o kazanıyor. Bunlar öylesine tesadüfen gerçekleşen bir başarı hikâyesi olabilir mi? Tabii ki değil. Hatırlayın eskiden böylesi bir küçümseme çabası vardı. İlk başlarda bazı çokbilmişler Erdoğan'ın çok şanslı olduğunu söylerdi. Ancak Erdoğan düzenli bir şekilde kazanmaya devam ettikçe bu kadar tesadüf olmasının imkânsızlığı ortaya çıktı. Sonra hikâyeyi değiştirmek zorunda kaldılar. Yine küçümsemek için bütün bunları siyasi akılla değil siyasi bir içgüdüyle başardığını söylediler. Tüm bu küçümseyici izah çabaları beceriksiz bir entellektüelizmin ürünüdür. Dikkat edin entellektüelliğin değil entellektüelizmin ürünüdür diyorum. Kendini aydın sananlar beceriksizliklerini ve saçma sapan siyaset okumalarını böyle gizlemeye çalışıyor. Erdoğan'ın nasıl bir siyasi zekâ sahibi olduğunu inkâr ederek var olabileceklerini sanıyor. Sorun şu ki kendini aydın zannedenler Erdoğan'a yetişemedikleri için utanç içindeler. Artık bırakın. Şöyle bir etrafınıza bakın. Sıradan bir siyasi başarı hikâyesinden bahsetmiyoruz. Yüzyıllara damgasını vuracak değişim ve dönüşüme bir orkestra şefi gibi önderlik eden bir siyasi karakter var önümüzde. Dış politika uzmanlarının aklından bile geçiremeyeceği kadar ince diplomatik manevralar yaparak bölge ve dünya siyasetini de belirleyen bir liderden bahsediyoruz. Bunu inkâr etmek ancak sizi komik hale getirir. Peki nasıl oluyor da hep Erdoğan kazanıyor? Bu soruya cevap vermek elbette çok derin bir biyografik çalışma gerektirir. Ancak kısaca özetleyebiliriz. Erdoğan siyasi zekâsını sağduyusuyla birleştirebilen nadir örneklerden biridir. Her zaman kafasında şematik düşünceleri ve hedefleri var. Ancak aynı zamanda bu yolda manevra yapmayı da çok iyibiliyor. Ortadoğu'ya dair yüzyıllık hesapları olduğundan hiç şüphem yok. Fakat aynı zamanda rakiplerin tavrına göre de doğaçlama pozisyon alabiliyor. Uzun süreli yatırımlar yapmaktan kaçınmıyor. Ama gerekirse resmi bozup yenisini de kurabiliyor. Bu ne dik kafalı ve şematik bir zihin ne de günlük bir pragmatizmden ibarettir. En kritik zamanda Putin'le görüşmeyi de gündemine alabiliyor. Trump'a bile yatırım yaparak sonuç almayı becerebiliyor. Suriye'de demokratik dönüşümü de destekliyor ancak gerektiğinde odağını PYD'ye çevirip yeni şartlara uyum sağlıyor. Sonra iki yıl boyunca sağında solundan sıkıştırarak PYD'yi yalnızlaştırıyor. Birilerikaybederken o hep kazanıyor.
[Sabah, 25 Aralık 2018].