Demokratikleşme süreci çerçevesinde toplumsal mutabakata doğru temkinli adımlarla ilerlediğimiz bugünlerde üniversitelerde, yaşanan ılımlı sürecin aksine, birtakım olumsuz gelişmeler meydana geliyor. Dicle Üniversitesi İlahiyat ve Eğitim Fakülteleri’nde başlayan çatışmaların hızlı bir şekilde kampüse yayılması, polisin müdahale ettiği olaylarda bazı göstericiler ve polislerin yaralanması bunun bir örneğiydi. Dicle Üniversitesi’nde başlayan olayların benzeri birkaç gün sonra İstanbul Üniversitesi, ODTÜ ve Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ne de sıçradı. Üniversitelerde bu ve benzeri olayların yaşanması elbette şaşırtıcı değil. Üniversite eğitimi almakta olan öğrencilerin zinde beyinlerinin hızlı refleksler geliştirmesi olağan. Bu reflekslere karşı tepki geliştirip, gençlerin sesini kesmeye çalışmak akil bir tavır olmayacaktır. Ancak adeta bir düğmeye basılmışçasına çatışmaların tam da çözüm sürecine denk gelmesi tesadüfün ötesinde bir kurgu olarak değerlendirilebilir. Ayrıca bu reflekslerin manipülasyona bu denli açık olması ve Türkiye’de üniversitelerin ve üniversitelilerin bilimsel faaliyetlerinden ziyade daha çok siyasi çatışmalarla gündeme gelmesi üniversitelerin misyonunu yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor.
YAKIN TARİHİ VE ÜNİVERSİTELERİ DOĞRU OKUMAK
İçinde bulunduğumuz önemli ancak bir o kadar da bıçak sırtı bir dönemde, yakın tarihte üniversitelerimizde yaşanan çatışmalar sonucunda yüzlerce üniversite öğrencisinin ve hocaların öl(dürül)mesi, binlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan vahim olaylardan önemli dersler çıkarmak gerekiyor. Konuya ilişkin kafa yoran pek çok düşünürün de ifade ettiği gibi, yaşanan süreç sadece ‘Kürt Sorunu’nun çözümünden ibaret değil. Böyle bir tanımlama bu denli büyük toplumsal bir gelişmeyi çok dar bir kalıba sokmak olur. Bu süreç, toplumun her kesimini yakından ilgilendiren “Yeni Türkiye’nin huzur ve istikrarını garanti altına alacak olması” açısından oldukça kıymetli.
Yakın tarihi ve üniversiteleri doğru okumak, bu dönemde atılması gereken en öncelikli adımlardan biri olarak öne çıkıyor. Zira özellikle 1950’li yıllarla birlikte şiddetli bir şekilde yaşanmaya başlayan üniversite çatışmaları, Türkiye’yi siyasal ve toplumsal anlamda ziyadesiyle geride bıraktı. Bugün yaşanan olumlu gelişmelerin benzer olaylarla gölgelenmemesi ve çözümsüzlüğe taşınmaması için üniversite içinden ve üniversite dışından pek çok muhatabın konuya titizlikle eğilmesi ve uzun vadeli çözümler geliştirmesi şart. Üniversite içerisinden öncelikle öğrencilerle her gün birebir temas halinde olan üniversite hocalarına büyük rol düşüyor. Eleştirel düşünce ve karşıt görüşlere tahammül; fakülte, bölüm, ders farkı gözetilmeksizin bütün hocaların ve öğrencilerin ortak müfredatı olmak durumunda. Hocaların bu anlamda derslerinde sergiledikleri tavırlar da öğrencilerde bu bilinci güçlendirecek mahiyette olmalı. Şüphesiz, öğrencilerle iletişim kurmadan, görüşlerini ifade hakkı vermeden monolog halinde ders anlatma tarzı evrensel üniversite geleneğine taban tabana zıt bir durum.
DAHA ŞEFFAF BİR YÖNETİM ANLAYIŞININ GEREKLİLİĞİ
Üniversite hocalarının yanında bu süreçte önemli role sahip bir diğer üniversite içi aktör ise üniversite yönetimleridir. Öncelikle üniversite yönetimlerinin hem fiziken hem zihnen rektörlük binalarını aşması gerekiyor. Bunun aksi, sayısı her geçen gün artan üniversitelerimiz için iyi bir yönetim modeli olmayacaktır. Daha şeffaf, öğrenci ve hocalara daha yakın yönetim anlayışı, üniversiteleri daha yaşanılabilir kılacaktır. Bu minvalde üniversite yönetimlerinin vesayetle, sahiplenmeyi ya da iyi yönetimi birbirinden doğru bir şekilde ayırması gerekiyor.
ÜNİVERSİTELERİN ROLÜNÜ DOĞRU ALGILAMAK
Üniversite içi aktörlerden bir diğeri olan öğrenci grupları ile üniversite yönetimlerinin ilişkileri de her üniversitenin kendine özgü iç dinamiklerini anlamak açısından oldukça önemli. Farklı ideolojilere sahip ve üniversite dışı örgütlerle yakın teması olan öğrenci gruplarıyla, ifade özgürlükleri sınırlanmaksızın ilişki kurulmasında bir sakınca yok. Bu grupların toplumsal istikrarı bozan ve şiddet barındıran faaliyetlerine demokratik çerçevede önlemler alınmalı. Yaşanan sorunlara sadece üniversite güvenliği ekseninde ve üniversite sınırları içerisinde günü kurtaran çözümler sunmak, sorunları hasıraltı etmekten öteye geçmeyecektir. Bu nedenle üniversite yönetimlerinin, üniversite dışı aktörlerle dengeli bir ilişki kurması gerekiyor. Demokratikleşme sürecinde siyaset ve sivil toplum gibi üniversite dışı aktörler de bu anlamda üniversitelerin rolünü azımsamamalı. Özellikle üniversite öğrencilerinin illegal birtakım örgütlerce bu denli rahat manipüle edilmesinin önüne geçmek için üniversiteleri ve üniversitelileri muhatap olarak görmek ve reflekslere karşı doğru tepkiler geliştirmek başta siyaset erki olmak üzere sivil toplumun temel sorumlulukları arasında yer alıyor.
ÜNİVERSİTELERE DÜŞEN SORUMLULUK
Ümit verici gelişmelerin yaşandığı bugünlerde toplumun her kesimine, atılan adımların doğru bir şekilde anlatılması için yürütülen stratejilerde üniversitelerin pozisyonu gözden kaçırılmamalı. Zira yaşanan gelişmelerin somut ve uzun vadeli çıktılarının alınabilmesi için üniversitelere de büyük bir sorumluluk düşüyor. Üniversite içi ve üniversite dışı aktörler de bu sorumluluğun farkında olmalı. Zira demokratikleşme sürecinin aşil topuğu olan üniversitelerin, toplumsal ve siyasal zeminde önemli bir yol kat edilmiş bu konuyu çözümsüzlüğe sürükleme potansiyelini hali hazırda da üzerlerinde taşıdıkları unutulmamalı.