Irak’ta işgal, Suriye’de ise isyan marifetiyle ortaya çıkan ‘Kürt entitesi’ gerek abartılı korkuların gerekse de beklentilerin oluşmasına neden oldu. Özünde Sykes-Picot korkularına ve beklentilerine denk gelen bu durum meselenin sağlıklı bir şekilde gözlemlenmesini ve tartışılmasını da engelledi. Abartılı korkulara yaslananlar sahada yaşanan her gelişmeyi ‘bölünme-parçalanma’ ekseninde bazen ‘Kürtlerin şeytanlaştırılmasına’ kadar götürdüler. Abartılı beklentilere yaslananlar ise Mezopotamya jeopolitiğinin realitelerinden kopmuş şekilde neo-Sykes-Picot rüyalarına uzanacak kadar anakronik siyasal çıkışlar yaptılar. Bölgemiz açısından ‘Sykes-Picot sınırları ve düzeni’ parçalanma ve güçsüzleşme anlamına gelirken; Kürt siyasi hareketleri açısından kendileri dışındaki aktörlerin Kürtlerin maliyetine kazanımları şeklinde okunmaktadır. Bu yaklaşım tarzı, geçtiğimiz asır boyunca, Kürtlerin dışındaki aktörlerin Sykes-Picot düzeninden gerçekten ne kazandığını da sorgulayacak olgunlukta görünmemektedir. Birinin kaybettiğini diğerinin kazanım olarak gördüğü bir meselede ise ilk kurban “siyasal” ve “tarihin” kendisi olmaktadır. Oysa I. Dünya Savaşı marifetiyle çizilen sınırların içerisi nasıl doldurulmuş olursa olsun bütün bölge halkları kaybedenler safında yer aldılar. Sykes-Picot düzeni Kürtlere de bir ulus devlet hediye etseydi, muhtemel çatışma senaryolarının neler olabileceği üzerine kısa bir zihin egzersizi yapmak, kazananı olmayan yüzyıllık girdabı idrak etmek için yeterli olabilir. Yukarıdaki analizlerin Kürtler için inşa edilmiş “yüzyıllık bahaneler” şeklinde okuyanların da var olduğu muhakkak. Lakin ya soğukkanlı analizlerle herkesin sahici aktör olduğu “yeni bir düzen” arayışı içerisine girmek durumundayız ya da farkında olarak veya olmayarak asırlık statükonun ezberlerine esir olarak “felaket tecrübelerinin” tekerrür etmesini arzulamak durumundayız.
ORTADOĞU’NUN YÜZYILLIK DRAMI
Bir an için neo-Sykes-Picot haritalarının bugün hayata geçme senaryolarını düşünelim. Önce, Mezopotamya’daki Türklerin ve Arapların sadece kendilerinden müteşekkil bir coğrafyada devletleri olmadığını hatırlayalım. Benzer şekilde de, bugün Kürdistan diye tarif edilen coğrafyanın sadece Kürtlerden müteşekkil olması fiilen imkansızdır. Bu hakikat Türkiye’de, Irak’ta ve Suriye’de yüzyıllık dramların tam da kaynağıdır. Sykes-Picot sınırları sadece ulus devletler hediye etmemiş, beraberinde inkar, asimilasyon, ulusçuluk ve sekülerizmi de bir paket halinde yeni düzenin yazılımına yerleştirmiştir. Bugün Kürdistan coğrafyası diye bilinen bölge, Kürt milliyetçiliğinin tarif ve tahayyül ettiği sınırlar içerisinde hayat bulsa, Kürt olmayan unsurların nüfusun yarıya yakınını oluşturacağı akıldan çıkarılmamalıdır. Mesela, Suriye, İran ve Türkiye’den bağımsız Irak Kürdistanı şeklinde bilinen yaygın coğrafi bölgede (Kürt ulusalcılığının arzuladığı şekilde Kerkük ve Musul’u da dahil edince) en son neşv-ü nemâ bulacak şey salt Kürt etnisitesine dayanan bir devlettir. Bu fiili durumu göz ardı etmek elbette mümkündür. Lakin bedelinin Türkiye’de Kemalizm, Irak ve Suriye’de Baasçılık gibi olacağını da tahmin etmek zor değildir. Irak gibi işgal neticesinde derinden kırılan ve aktif hale gelen etnik-sekteryen fay hatlarının başka bir netice üretmesini beklemek de naiflik olacaktır. Ya da Irak Kürdistan’ı geç kalmış bir milliyetçilikle inşa edeceği ulus devletinde, yarıya yakın Kürt olmayan unsurları tatmin edecek bir mucizevi siyasal çözüm bulunmak durumundadır.
Yukarıdaki tabloyu iki şekilde okumak mümkündür. Ya bütün denklemleri Kürtleri ‘devletsiz bırakmaya odaklanmış’ şeklinde okursunuz ya da bütün bölge halklarının Sykes-Picot düzenini aşacak şekilde yeni bir siyasal sözleşme ihtiyacı olarak değerlendirirsiniz. Birinci okuma tarzının bizi götüreceği yer, reel politiğe görmezden gelmeye çalışarak, statükonun yeniden üretilme talebinden başka bir yer değilken; ikinci okuma ise yeni bir bölgesel düzen imkanı için herkese çok daha paylaşımcı bir şekilde aktör olma fırsatı tanıyabilir. Yeni Mezopotamya düzeni arayışları geldiğimiz nokta itibariyle tarihin ve siyasetin bizleri mecbur kıldığı bir durum aslında. Önümüzdeki dönemde, aktörler, ya bu yakıcı hakikatle yüzleşecekler ya da Sykes-Picot düzeninin köhne nöbetçileri olarak kalmaya devam edecekler. Türkiye büyüme veya daha derin entegrasyon, Irak paylaşım ya da daha fazla kırılma, Suriye ya beraberce enkazı kaldırma ya da bir asır önce yaşanan ve birkaç yıl bile ayakta kalamayan bölünmelerin meydan okumalarıyla karşı karşıyadır. Mezopotamya’da yeni düzen Sykes-Picot sınırlarının hukuki olarak var olabileceği ama siyasi, iktisadi ve toplumsal anlamda olabildiğince anlamsızlaştığı oranda pozitif gündemle hayata geçebilir. Bölgemizde yeni düzen tartışmaları fiili olarak artık kaçınılmaz bir gündem olduğu bir zaman diliminde, Suriye isyanı patlak verdi. Suriye krizinin bölgemizde tam anlamıyla bir turnusol kağıdı görevi ifa ettiğini söyleyebiliriz. İsyanın başlarında çok fazla gündeme gelmeseler de Esed’in krizi yönetemeyeceğini hissettiği ve kontrolü kaybettiği aylarla birlikte Suriye isyanında Kürt realitesi de ortaya çıkmış oldu. PKK’nın Suriye kolu olan PYD marifetiyle Kürtlerin Suriye isyanındaki rolü ağır bir baskı altına alındı. PYD tartışmasının Türkiye’ye yansıması da oldukça sert bir şekilde gelişti. Bir anda gündeme bir ‘Kuzey Suriye’ fenomeni düşüverdi. Bunun sebebi PYD’nin Suriye’deki gücü, kapasitesi veya Suriye isyanındaki olumsuz rolünden ziyade, PKK’nın aynı aylarda Türkiye’de estirdiği terördü. Aslında PKK’nın esir aldığı bir “Suriye’de Kürtler” tartışması yapılıyordu. Zaten PKK terörünün sakinleşmesiyle paralel ‘Kuzey Suriye’ tartışması da gündemden düşüverdi.
Türkiye’de yaşanan ‘Kuzey Suriye’ tartışmaları özünde on yıl önceki ‘Kuzey Irak’ tartışmalarına da çok benziyordu. Türkiye’nin gösterdiği tepki PKK çizgisindeki bir çok isim tarafından yine en sert şekilde eleştirildi. Benzer şekilde bir çok liberal kalemde, neredeyse ‘Kuzey Suriye’ şeklinde ismi zikredilen bölgeye ve Suriye’de olanlara dair temel bilgi düzeyinde ilgi duymaksızın,”Türkiye’nin Kürtlerin haklar elde etmesine karşı” olduğu söylemini ısrarla dillendirdiler. Bu kampanyanın, “önce Türkiye’de Kürt sorununu çöz” cümleleriyle başlayan çıkışlarıyla belli ölçüde başarılı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bütün bunlar yaşanırken Irak’ta işgal marifetiyle, Suriye’de isyan marifetiyle, Kürtlerin, belli haklar ve statüler elde etseler bile, beraber yaşamak zorunda oldukları coğrafyada nasıl bir siyasal ve psikolojik atmosfere hapsedildikleri de pek kimsenin umurunda olmadı.
KÜRT YABANCILAŞMASI
Oysa Irak işgali sırasında eleştirdiğimiz Türkiye’nin etnik bir siyaset izleme ihtimali, Suriye üzerinden Kürtler için yaşanmaktaydı. Dün Türkiye, Irak’a Türkmenler üzerinden müdahil olma tartışmaları yapıp ve adımlar atınca ortaya çıkan marazlı durum eleştirilmeyi ne kadar hak ettiyse, bugün de Suriye’de farklı bir durum söz konusu değildi. Türkiye’nin bütün Irak’ı unutup Türkmenlere sarılan politikası hem jeopolitik hem de ahlaki olarak nasıl tutarsız idiyse; bugün de bütün Suriye’de yaşananlara gözünü kapatıp Kürtler üzerinden siyasi denklem peşine düşmek aynı tutarsızlığa denk gelmektedir. Hal bu iken Suriye Kürtleri PKK ve IKBY marifetiyle Suriye muhalefetinden bağımsız bir şekilde etnik bir konsey kurdular. Bu adımlarıyla hem Esed sonrası parçalanma senaryolarına ilk yatırımı yapan aktör görüntüsü verdiler hem de zımnen Suriye içerisinde Kürtlerin kesinlikle hak etmedikleri tartışmalı bir pozisyonu inşa ettiler. Bu durumu PKK eliyle bir de Esed’le işbirliğine kadar götürülünce, mezkur tartışmalı pozisyon bir anda Kürtlerin, Suriyelilerin kanları üzerinden kendi gündemlerinin ve kazanımlarının peşine düşen bir entite görüntüsü oluşmasına yol açtı. Ortaya çıkan ‘Kürt yabancılaşması’ hızla bölgeye yayılan ve Araplar üzerinden derinleşen ‘nefret söyleminin de’ zuhur etmesine yol açtı. Bütün bunlar yıllarca Baas rejimi tarafından en fazla ezilen unsurların başında gelen Kürtlerin hak etmediği bir durumdu. Lakin PKK, ortaya çıkan güç boşluğunda, dün Irak’ta, Türkmenler üzerinden Türkiye içerisindeki çetelerin takındığı tutumun bir benzerini Suriye’de hayata geçirmiş oldu. Irak’ta nasıl bir kaç yıl içerisinde asıl maliyeti Türkmenler ödediyse, Suriye’de de, Kürtler, yıllar boyu taşımak zorunda kalacakları bir “Baas kiriyle” yaşamak durumdalar.
Suriye’deki Kürt nüfusun çoğunluğu bugün tartışmalara ve çatışmalara konu olan bölgede yaşamamaktadır. Kürtler Halep ve Şam başta olmak üzere Suriye’nin diğer etnik unsurlarıyla beraber yaşamaktadır. Kaldı ki Suriye Kürtleri diye konuştuğumuz nüfus büyük ölçüde Türkiye Kürtlerinin bir uzantısıdır. Baas rejimi ülkede kontrolü kaybettiği ama Esed’in hala direnmeye devam ettiği Suriye’de, daha nihai sonuç ortaya çıkmadan, Kürtler adına federasyon veya özerklik talepleriyle sahneye çıkmak bir hak talebinden ziyade sahadaki bütün aktörlerin Kürtlerle sorunlu bir ilişki geliştirmesine yetmiştir. Suriye isyanında süreç ilerleyip Esed rejimi özellikle Suriye’nin kuzeyinde kontrolü tamamen kaybedince, kaçınılmaz olarak, Suriye muhalefeti hali hazırda sorunlu olan ilişkiler üzerinden PYD ile karşı karşıya gelmiştir. Bu beklenen durumu bütün yönleriyle anlamak, en azından yaşananların Suriye siyasal havuzunda yaşandığını fark etmek yerine salt Kürtler üzerine kurulu her analiz en başta sahadaki verili durumla kavga etmek zorundadır. Bütün tartışmayı Türkiye üzerinden anlamlandırmaya ya da analiz etmeye çalışmanın da varacağı sağlıklı bir yer bulunmamaktadır. PKK açısından Suriye’nin anlamını tam olarak çözemeyen her analiz mecburen Türkiye üzerinden bir okuma kolaycılığına girmektedir. Yıllarca PKK liderliğine ev sahipliği de yapmış olan Baas rejimi, PKK açısından, Suriye kriziyle beraber yeniden konjonktürel bir ortak haline dönüştü. Esed rejiminin açık desteğiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmaya çalışan PKK, oldukça basit bir hesap yapmaktadır. Hali hazırda askeri anlamda insan sermayesinin de bir kısmını sağladığı kaynak olarak gördüğü Suriye Kürtlerini, çatışma üzerinden bir çizgiye getirmeyi hedeflemektedir. PKK bu hesabında haksız sayılmaz. Burada sorun PKK’nın Kürtleri neredeyse sarf malzemesi olarak görmesidir. Öyle ki Suriye’de Kürtlerin diğer unsurlarla çatışmasından Suriye’ye özgü siyasallaşmış bir Kürt unsuru çıkarması mümkündür. Suriye’nin küçük bir unsuru olan Kürtlerin, böyle bir çatışmada ödeyeceği maliyet, toplamda ortaya çıkacak olan ve bölgede de etkili olacak ‘Arap nefreti’ gibi oldukça acı maliyetler ise PKK’nın pek umurunda gözükmemektedir. Lakin bundan daha önemlisi, PKK, Suriye’yi, Kürtlerin elde edeceği bazı kazanımlardan ziyade kendisinin arzuladığı kazanımların merkezi olarak görmektedir. Özellikle Kuzey Irak’ta, IKBY’nin Türkiye ilişkilerinin her geçen gün daha da derinleşmesi, yıllardır PKK’nın ‘misafir ruh halinin’ altını çok daha kalın çizilmesine yol açmaktadır. PKK, Suriye’de, misafir hissetmeyeceği bir ‘habitat’ın da peşindedir.
PKK pozisyonunu Suriye realitesiyle yüzleşerek güncellemek durumunda kalacaktır. Bunun ilk adımı PYD’nin Özgür Suriye Ordusuyla belli şartlar altında anlaşma imzalamasıdır. Zaman içerisinde PKK önce Suriye’nin geniş Kürt kesimleriyle ardından da ülke içerisindeki diğer unsurlarla karşı karşıya gelmesi sürpriz olmayacaktır. Türkiye’nin, PKK’dan bağımsız bir şekilde, geniş Kürt kitlelerinin, Esed sonrası dönemde pozitif gündemle var olmalarını sağlaması gerekmektedir. Aksi takdirde PKK’nın sorumsuzluklarıyla IKBY’nin sadece kendi özel gündemine odaklanan ve her geçen gün kendisini de içine alacak şekilde biriken ‘Arap nefretine’ dair güven artırıcı adımları atacak başka aktör bulunmamaktadır. Yıllarca Şam’da var olmuş ve Şam’ın “bir sahibi olarak” Suriye’ye ortak olmuş olan Kürtlere yapılacak en büyük kötülük “Şam’ı bırakıp Serakaniye’ye sıkışmak” olacaktır. Tam da bu sebepten dolayı PKK’nın silahsızlanması Türkiye’nin olduğu kadar birinci Mezopotamya halkasındaki bütün aktörlerin hayrınadır.