BDP'li heyetin Kürt meselesinin çözümü ve PKK'nın silahsızlandırılması sürecini Karadeniz'de anlatmaya dönük turu, Sinop'ta başlamadan bitti. Sinop gibi küçük bir ilde yaşanan tepkinin mahiyeti veya olayların içeriğinin aslında devam etmekte olan sorun ve çözüm sürecinin büyüklüğü karşısında fazlaca bir anlamı bulunmuyor.
Büyük ölçüde mülki idarenin beceriksizliği ile BDP'lilerin siyasetsizliğinin birleşiminden ortaya çıkan sıradan bir vukuat olarak okumak mümkün. Mülki idarenin veya BDP'lilerin provokasyon ihtimalini hesaba katmamış olmaları ciddiyetsizlik değilse ancak naifliktir. Sinop'ta olay çıkaran kalabalık ne kadar süreci etkileyeceğini düşünmüşse; BDP'li heyet de, aynı naiflikle, ziyaret marifetiyle çözüm sürecini anlatarak Karadeniz'i ikna edeceğini düşünmüş gözükmektedir. Hal bu olunca Sinop üzerinde durulacak bir durumdan ziyade vaka-ı adiye bir olaydır. Lakin Sinop'ta yaşananlara "sokak siyasetinin imkân ve riskleri" üzerinden kafa yormak gerekiyor.
MEŞRU SİYASET
AK Parti, BDP'nin kendi oylarının neredeyse tamamını aldığı illerde ve bölgede var olabilen tek Türkiye partisidir. Dolayısıyla Doğu ve Güneydoğu'da BDP ile rekabet içinde olan bir partidir. BDP'nin Sinop'ta veya daha önce İzmir'de yaşadığı sahneleri defalarca ve rutin bir şekilde BDP/PKK marifetiyle Doğu ve Güneydoğu'da hep yaşayageldi. Kürt seçmenin hala ilk tercihi olan AK Parti, mezkur bölgelerde bütün sokak şiddetine ve silah vesayetine rağmen ısrarla siyaset yapmaya devam etti. AK Parti, PKK'nın eski Türkiye ezberlerinden olan kurtarılmış bölge girişimlerine rağmen, meşru çizgide kalarak siyasetini kitlelere aktarmaya devam etti. En sert Kürt ulusalcı diline, BDP dışı bütün aktörleri siyasi yelpazede 'hain kategorisine' sokan söyleme ve fiili durumlara rağmen, AK Parti çizgisini, tabanı da desteğini korumaya devam etti.
Özellikle 2010 anayasa halkoylamasıyla beraber, BDP'nin, Arap Bahar'ını oldukça naif bir şekilde okuyarak, 'Kürt Baharı' atmosferi inşa etmeye yönelik girişimlerinin tamamı da akim kaldı. Bunun oldukça basit bir nedeni bulunmaktaydı. Arap Baharı ile sokaklara dökülen kitleler yıllardır devam etmekte olan demokrasi açığından ve temsil edilmeyişlerinden dolayı sokaktaydı. Oysa Türkiye, özellikle son on yıldır, PKK varlığına ve ortaya çıkardığı nihilist tedhişe rağmen, aksayarak da olsa yönünü hep daha fazla demokratikleşmeye çevirdi.
BDP on yıldır devam demokratikleşme dalgasından güç almak, her geçen yıl biraz daha genişleyen meşru siyasi kanalları tahkim etmek yerine ya PKK terörüne teslim oldu ya da sokağın kaosuna. PKK ile BDP'ye oy veren Kürtler arasında hiç bir siyasal değer üretmeksizin sadece tercüman olmayı tercih etti. BDP'ye oy vermeyen Türkiye seçmeninin %90'ından fazla kısmını oluşturan kitleye ise anlamayacakları veya sindiremeyecekleri bir dille konuşmayı tercih etti. Sonuçta yirmi yılı aşkın bir zamandır siyaset sahnesinde olmasına rağmen Kürt nüfusun bile çok cüzi bir kısmını kendi siyasi çizgisinde buluşturabildi. Kürtleri bile yaygın bir şekilde ikna edememiş olan bir siyasi program ve dilin Karadeniz'de ikna turuna çıkması tam da bu sebepten imkansız bir girişimdi.
TÜRK SORUNU
'Türk sorunu' diye tarif edilen ve aslında siyasete ince bir vesayet müdahalesi arzusu olan meselenin de Sinop'la bir alakası bulunmamaktadır. İşin daha trajiği, dün 'Türk sorunu' çıkacak diye felaket tellallığı yapan aktörlerin bugün PKK