İran ile Azerbaycan arasında son günlerde karşılıklı askeri tatbikatlar, İran'a ait araçların Karabağ'a Bakü'den izinsiz girmesi, bunun sonucunda İranlı tır şoförlerinin gözaltına alınması ve karşılıklı resmi açıklamalarla tırmanan gerginlik aslında bölgesel güç mücadelesinin yansıması olarak yaşanıyor. İran'daki bazı çevreler, Türkiye ile Azerbaycan arasında son dönemde artan işbirliğini İran için bir risk olarak görüyorlar. Bunda, Tahran'ın Azerbaycan-Ermenistan rekabetinde kendisini Müslüman ülke olan Azerbaycan'ın değil de geleneksel olarak Rusya, ABD ve Fransa tarafından desteklenen Ermenistan'ın yanında konumlandırmış olması ve son Karabağ Savaşı'nda Ermenistan'ın Türkiye tarafından desteklenen Azerbaycan tarafından ağır bir yenilgiye uğratılmasının rolü de var.
İran ile Ermenistan arasındaki "yakınlık", Türkiye ile Azerbaycan arasındakine benzer bir yakınlık değil kuşkusuz. Ermenistan'ın yukarıda bahsettiğim diğer ittifak ağları böyle bir yakınlığın kurulmasına da müsaade etmez. Ancak Azerbaycan konusunda baştan beri ilk düğmeyi yanlış ilikleyen Tahran yönetimi kendisini bölgede Rusya ve Ermenistan ile aynı blokun içerisinde buldu. Bunda İran'ın ABD ve Avrupa ile yaşadığı sorunlar ve İsrail'in de Azerbaycan'a yanaşma girişimlerinin etkisi oldu mutlaka. Ancak bütün bunlar İran'a Azerbaycan konusunda yanlış yapma hakkı vermiyor. Üstelik Ermenistan gibi, 30 yıl Azerbaycan topraklarının beşte birini gasp etmiş bir işgalcinin yanında "görüntü" vermesi hiç kabul edilecek bir durum değil.
Tahran'ın Bakü ile yaşadığı şu anki gerginliğe son vermek ve Azerbaycan ile uzun dönemde sağlıklı bir ilişki kurmak için başa dönüp yanlış iliklediği ilk düğmeyi düzeltmesi gerekiyor. Bölgesel güç mücadelesinde kendisini Rusya ve Ermenistan yerine Türkiye ve Azerbaycan'ın yanında konumlandırması gerekiyor. Bunun için de İran içindeki etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden ayrıştırıcı dil kullanan ve "mezhepçi misyoner" yaklaşımlarıyla Tahran'ın Bakü ve Ankara ile ilişkilerini zehirleyen radikal kesimlerle hesaplaşması şart. Bu radikal kesimler bölgede bir Türk ittifakı kurulacağı ve İran'ın bölüneceği, Azerbaycan'ın İsrail ve Amerika'nın kontrolüne girip İran'a karşı mücadelenin bir aracı olarak kullanılacağı korkularını pompalıyorlar. Ancak Tahran'ın onların etkisinde attığı adımlar bu korkuların ortadan kalkmasına değil daha da artmasına neden olan bir atmosfere yol açıyor.
Bu yüzden İran'ın etnik ve dini kimliklere doğru yaklaşması ve "mezhepçi misyoner" anlayış konusunda frene basması gerekiyor. Bölge halklarının etnik ve mezhepsel/dini aidiyetleri konusunda izlenmesi gereken rasyonel politika, bu kimliklerin ayrıştırıcı değil birleştirici yönlerini öne çıkarmaktan geçiyor. Yani İran'ın, Azerbaycan politikasını şekillendirirken birleştirici mezhepsel/dinsel aidiyeti öne çıkarıp ayrıştırıcı etnik aidiyeti mümkün olduğunca görünmez kılması doğru olan yoldur. Bunu yaparken de, Azerbaycan yönetiminin seküler hassasiyetlerini dikkate alıp "İslamcı Şii misyonerlikten" uzak durması da iki ülke arasında "güven" ilişkisi tesis edilmesine katkı sağlayacaktır. Türkiye konusunda ise Tahran yönetimi için rasyonel olan, ayrıştırıcı mezhepsel ve etnik aidiyetleri mümkün olduğunca arka planda bırakıp üst dini kimlik olan İslam'ı öne çıkarmasıdır. Türkiye'nin Azerbaycan politikasında, ayrıştırıcı mezhepsel kimliği arka plana atıp birleştirici etnik aidiyeti öne çıkarıp başarılı olması ve Ankara ile Bakü arasında bu sayede sıkı bir işbirliği ilişkisi kurulması Tahran için örnek olabilir.
Uluslararası güç mücadelesinde ana aktörlerinin Batılı ülkeler, Çin ve Rusya'nın olduğu 21. yüzyılda İslam ülkelerinin mevcut halleriyle masada değil de menüde yer aldığı hatırlanırsa İran, Azerbaycan ve diğer İslam ülkelerinin çatışma değil işbirliğini öne çıkaran politikalar izlemeleri zaruridir.
[Sabah, 9 Ekim 2021].