FETÖ’cü darbe girişiminin üzerinden 10 gün geçti. Şehitlerimizin acısı hâlâ yüreğimizde ve hâlâ yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz. Darbenin üzerinden zaman geçtikçe, yeni görüntüler ortaya çıkıyor ve yeni şahitlikler dinliyoruz. Öğrendiğimiz her yeni detay karşı karşıya kaldığımız tehlikenin boyutlarının ne kadar yüksek olduğunu bir kez daha gösteriyor...
Darbenin fiziksel tehlikesi atlatıldıkça arka planda yatan diğer tehlikenin boyutlarını düşünüyoruz. Akıl durduran bir soru; ya bu darbe başarılı olsaydı? Gözaltına alınacak, tutuklanacak, işkenceden geçirilecek binlerce insan, ülkenin imajı, ekonomisi ve yatırımları bir yana, bu gözü dönmüş ahmaklar güruhunun ülkeyi nasıl yöneteceğini daha doğrusu yönetemeyeceğini düşündünüz mü? 15 Temmuz gecesi sadece millî iradeyi gasbetmek isteyen alçaklara dur demedik aynı zamanda ülkeyi bir darbe ve iç savaş sarmalına sokacak bir tertibe de dur dedik. Amerika’da yaşayan ve kendini "Mehdi" zanneden bir ruh hastasının emriyle darbe yapmaya kalkacak zekâ seviyesinde olan darbecilerin; başarılı olsalar bile el koydukları ülke yönetimini devam ettirebilmeleri mümkün değildir. Muhtemelen Türkiye ertesi sabah bu sefer daha organize bir başka cuntanın darbe girişimine hedef olacaktı. Yıllardır Suriye’de ve Irak’ta benzerlerini gördüğümüz manzara ülkemizde de yaşanacaktı. Ülke paramparça olacak, devlet tamamen çökecek, her biri bir başka uluslararası gücün maşası hâline gelmiş olan terör grupları masum insanlara saldıracaktı. Darbe girişimi gecesi 5-10 tanesi havalanan F-16’ların hepsi havalanacak, sivil halkın üzerine hedef gözeterek bombalarını bırakacak ve milyonlarca insanın ölmesine neden olacaklardı.
Düşündükçe kanımız donuyor. Üzerinde gezebileceğimiz, ailemiz ve arkadaşlarımızla vakit geçirebileceğimiz, karnımızı doyurabileceğimiz, yönetimi hakkında farklı siyasi tercihlere sahip olabileceğimiz bir ülkemiz kalmayacaktı. Bugün farklı yaşam tarzlarına, dünya görüşlerine, siyasi tercihlere sahip olduğumuz, zaman zaman hararetimiz yükselse de kırmadan, dökmeden, vurmadan, vurulmadan ve hepsinden önemlisi birbirimizin kanını dökmeden yaşadığımız memleketimiz elden gidecekti. Bize yani milletimize, polis teşkilatımıza, ordumuzun sadık ve şerefli kalan mensuplarına, siyasetçilerimize darbeye karşı çıkacak dirayeti verdiği için Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
Şükrümüzü aynı zamanda fiili olarak yapmalıyız ki esas mesafe kat etmemiz gereken alan orası.
15 Temmuz gecesi harekete geçen darbe mekanizması durduruldu. Her ne kadar YÖK gibi Dışişleri Bakanlığı gibi bazı kurumlardan hâlâ tatmin edici adımlar görmesek de devlet içerisine yuvalanmış olan FETÖ mensupları temizlenmeye başladı. Şu an kritik olan bu temizleme sürecinin hiçbir ihmale, savsaklamaya ve aksaklığa sebebiyet vermeyecek şekilde yürümesi. Sonraki adımda ise sivil toplumdan devlete kadar bütün kurumlarımızın artık bu türden bir örgüte ve darbe dinamiğine alan açmayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekiyor.
Ve bu yapılandırmayı ayakta yapmamız gerekiyor. Hiçbir kurumdan vazgeçemez, onu işlemez hâle getiremeyiz. Dolayısı ile kurumların işlerken yapılandırılması, bir diğer ifade ile hastanın ayakta ameliyat edilmesi gerekiyor. Yapılandırmadan kastedilen birilerinin görevden alınması, darbeye fiilen katılan veya destekleyenlerin kanun önüne çıkarılması ile sınırlı değil. Kurumlarımızın artık darbe dinamiği üretmeyecek hâle getirilmesi gerekiyor. Bu gereklilik sadece kamu kuruluşları ile de sınırlı değil. 15 Temmuz gecesi sokakta yazılan yeni anayasanın ete kemiğe bürünmesi, bir hukuk metni olmanın ötesine geçip 15 Temmuz toplumun kuruluş ilkelerini içermesi gerekiyor.
Evet yolumuz çok uzun ancak nereye gideceğimizi biliyoruz ve 15 Temmuz’da çok iyi bir başlangıç yaptık.
[Türkiye, 26 Temmuz 2016].