Terör, binbir çirkin yüzünden bir tanesini Fransa’nın Nice kentinde gösterdi. Yine can aldı, vahşet saçtı, kan ve gözyaşı döktü. Ama bu sefer yeni bir yöntemle karşımıza çıktı. Teröristler, millî bayram kutlaması için toplanmış olan kalabalığı, kullandıkları TIR ile ezdiler. Başlı başına bir "vahşet" olan "masum cana kıyma", bu sefer çok daha vahşi, dehşet ve korku saçan bir yöntemle yapıldı. Beline sardığı bombayı kalabalık içerisinde patlatan, otomatik silahlarla konser salonlarına, tiyatrolara ve kafelere saldıran teröristler, bu kez insanları TIR ile ezdiler. Cesetleri parçalara ayırdılar, metrelerce sürüklediler, terörün dehşetine dehşet kattılar.
Kendini "feda edecek" bir insan bulduğunda her şeyin yapılabileceğini, her yere saldırılabileceğini gösterdiler. Terör, cana kıyma noktasında ne kadar "yenilikçi" olduğunu gösterdi. İnsanın beline bomba sarmak, bomba bulunamazsa eline otomatik silah verip sivillerin arasına salmak, o da olmazsa bir TIR’ın şoför mahalline oturtup kalabalığın üzerine sürmek… Metotlar değişiyor ancak kendini "feda etmeye" hazır bir insan, değişen metotların merkezinde yer alıyor.
Kontrolleri sıklaştırıp teröristin patlayıcıya ulaşmasını engelleyebilirsiniz. Güvenlik tedbirlerini artırıp ülkeye silah girişini azaltabilirsiniz. TIR kullanacak veya kiralayacak kişileri güvenlik soruşturmasından geçirip, TIR’ların terör saldırısı için kullanılmasını engelleyebilirsiniz. Ama kendini "feda edecek" insan var olduğu sürece terörü engelleyemezsiniz! Ve kendini "feda edecek" insan sayısını daha fazla insan öldürerek, daha fazla insana potansiyel suçlu muamelesi yaparak, etnik ve dinî ayrımcılığı artırarak, mültecilere kapıları kapayarak azaltamazsınız. Aksine bütün bu "önlemler" orta ve uzun vadede daha fazla haksızlığa uğramış, ayrımcılığa maruz kalmış, ötelenmiş, itilmiş ve yaşadığı topluma, parçası olduğu insanlığa yabancılaşmış bireyler doğuracaktır. Ve maalesef bu bireyler, bir noktada radikalleşerek kendilerini "feda edecek"lerdir.
Apaçık ortada olan bu gerçekliği dünya anlamak istemiyor. Egemenler kendi iktidarları için dünyayı daha yaşanmaz bir hâle getirdikçe, sokaklar masum insanların mezarı oluyor. Suriye’de iç savaş sürdükçe, Irak’ta can pazarı devam ettikçe, Avrupa’nın metropollerinde göçmen banliyöleri oluştukça, Amerika’da polis siyahileri öldürdükçe, Ege’de mülteciler can verdikçe ve dünya egemenleri bu durumdan iktidar, güç ve zenginlik devşirdikçe, yeni masumlar ölüyor. Kendini "feda etmeye" hazır makineleşmiş teröristler dünyadaki zulümlerin sorumlularını cezalandırdıklarını zannederek, diğer masumları öldürüyor. İstanbul’da, Brüksel’de, Paris’te, Londra’da ve New York’ta terörün zulmü kol geziyor.
Bu döngünün adına küresel terör deniyor. Akademisyenler, stratejistler, uzmanlar ve politikacılar bu döngüye afili isimler bulmak konusunda maşallah çok mahir! Ne var ki; afili ve janjanlı bir isimlendirme yapılıp, mesele iyi bir şekilde analiz edilince küresel terörün kaynakları kesilmiyor ve kökü kazınmıyor! Küresel terörle mücadele etmesi gereken kafa kendini yenilemiyor. En iyi ihtimalle sadece küresel terörün yeni araçlarını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Değerleri ve idealleri bir kenara bırakalım, bu eskimiş kafa kendi çıkarı için bile daha adil bir dünya kurması gerektiğini anlamıyor. Bu kafa sadece ve sadece çıkarını artırmaya, kasasını doldurmaya, kesesini şişirmeye bakıyor. Saplandığı hamakat bataklığının farkında bile değil. Paris sokaklarını PYD’nin afişleri ile süslemeyi, Brüksel’in göbeğine PKK’nın propaganda çadırını kurdurmayı, Amerikan askerlerinin üniformalarına YPG arması takmasını, DAEŞ’le mücadelenin etkin bir yöntemi zannediyor. Bir taşla iki kuş vurma telaşıyla, Türkiye’yi Suriye’de köşeye sıkıştırmak için terör örgütünü çok iyi bir araç zannediyor.
Ve Nice’de insanlar ölüyor. İstanbul’da, Bağdat’ta, Medine’de ölen masumların cansız bedenlerinin yanına, Nice’de ölenlerin cesetleri seriliyor...
[Türkiye, 16 Temmuz 2016].