Kim sızdırmış olursa olsun, nihai hedefin görüşmelerin kesilmesi olduğunu unutmamak ve bu operasyonu boşa çıkarmak için, hiç böyle bir kayıt servis edilmemiş gibi süreci sürdürmek gerekiyor.
Mit ile PKK arasında yapılan görüşmeyle ilgili tartışmalar, on gündür medyanın ve siyaset dünyasının gündemini meşgul ediyor. Kamuoyuna yansıyan değerlendirmelerin neredeyse tamamında, devletin PKK'yla görüşmesi olumlu bulunuyor, hatta gerekli görülüyor. Bununla birlikte, görüşmeyi kimin sızdırdığına ilişkin spekülasyonlar daha çok öne çıkıyor. Siyasilerin açıklamalarında ise, görüşmelerin hükümet tarafından gizlenmesi, inkâr edilmesi üzerinde duruluyor. Özetle şunu söyleyebiliriz: Genel olarak toplum infiale kapılmadı ve bu görüşmeleri serinkanlılıkla karşıladı ve her şeyin konuşulduğu bir müzakere sürecinin neden kesildiği, savaşın/ şiddetin niçin tekrar başladığı sorusunu yüksek sesle sormaya başladı. Devletin PKK ile görüştüğü, aslında bir sır değil. Kürt meselesini yakından izleyen herkes, neredeyse çatışmaların başladığı tarihten bu yana inişli-çıkışlı ve kesintili olsa da doğrudan ve dolaylı temasların sürekli olduğunu bilir. Kaldı ki, son dönemlerde, Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin medyaya yansıyan notları vesilesiyle tüm toplum bu görüşmelerden haberdardı.
Esasen bu tür görüşmelerde yadırganacak bir taraf yok. Çünkü kapalı kapılar ardında bir müzakere masası ne kadar erken kurulursa, savaşları barışla sonuçlandırmak ihtimali de o kadar güçlenir. Önemli olan ve asıl sorgulanması gereken, bu teması sürdürenlerin, kendi taraflarının haklarını ve çıkarlarını içtenlikle savunup savunmadıkları, daha açık bir ifadeyle, ihanet içerisinde olup olmadıklarıdır. Zira savaş sürerken müzakere masasına oturanların işi, cephede savaşanlardan çok daha zordur; onların hem apayrı bir dile ve yaklaşıma sahip olmaları hem de kesinlikle savaşanlardan daha yürekli ve sabırlı olmaları gerekir. Yoksa savaşanları ve toplumu barışa, barışın şartlarına hazırlayamazlar. İnternete düşürülen görüşme, bir ihanetten çok, üzerinde özenle çalışılmış bir operasyon gibi gözüküyor. Yani hedefleri iyi belirlenmiş, o hedefleri vurmak için de titizlikle seçilmiş bir görüşme var önümüzde. Dahası, bu görüşme de olduğu gibi sızdırılmamış, bir dizi müdahaleye uğramış. Bir diğer ifadeyle, görüşmeyi sızdıranlar, bizim neleri görmemizi istiyorlarsa, şu anda onları görebiliyoruz ve doğal olarak da onların düşünmemizi istediği gibi düşünüyoruz, onların istediği şeyleri tartışıyoruz. Dolayısıyla, görüşenlerin ifadesiyle "5. Oslo"yu sağlıklı değerlendirebilmek için mutlaka, neden önceki ya da sonraki görüşmelerden birinin değil de, bunun seçildiğini ve görüşme kayıtlarının nerelerine nasıl müdahale edildiğini incelemek gerek. Bunun için de, deşifre metni okumak yerine, ses dosyasını dinlemek/ izlemek ve aradaki açıklardan sızdıranların hedefini yorumlamak gerek. Ne var ki, tartışmalarda pek çok yerine müdahale edilmiş bölük pörçük metnin dahi iyi okunmadığını, örneğin koordinatör ülke temsilcisinin "CHP ve MHP ne der acaba?" şeklindeki sözlerinin Hakan Fidan'ın sözleriymiş gibi değerlendirildiğini ya da Hakan Fidan'ın görevinden yana farklılıklar sergilendiğini ve bu tür yanılgılardan siyasi liderlerin, önde gelen yazarların dahi kurtulamadığını görüyoruz. Bu operasyonunun, kişisel olarak Hakan Fidan'ı, siyasi olarak da Başbakan Erdoğan'ı ve AK Parti'yi, nihai olarak da görüşmelerin kesintiye uğramasını hedef aldığı açık. Bunların yanı sıra, sızdırmanın PKK tarafından yapıldığına inanmamız için de bir mizansen hazırlanmış. Bu çerçevede, video dosyasında metinlerde yer almayan birtakım ara sayfalar, kapaklar var ve bunlar da PKK'nın ağzından yazılmış. Ancak hem bu sayfaların içeriği ve düzeyi, hem de görüşmede bulunan PKK yöneticilerinin sözlerinin büyük oranda makaslanmış olması, PKK'dan beklenmeyecek ölçüde acemice yapılmış müdahaleler. Ancak kim sızdırmış olursa olsun, nihai hedefin görüşmelerin kesilmesi olduğunu unutmamak ve bu operasyonu boşa çıkarmak için, hiç böyle bir kayıt servis edilmemiş gibi süreci sürdürmek gerekiyor. Öte yandan, tüm sorunlarını birer güvenlik ve asayiş sorununa indirgeyen ve askeri yöntemlerle çözmeye çalışan bir geçmişimiz var.
O yüzden dilimizde, bakış açılarımızda militarist unsurlar hâkim ve barış, çatışma çözümü, geçiş dönemi, yüzleşme vb. çözüm süreçlerine, bu süreçlerin kavramlarına hâlâ yabancıyız. Bunlarla tanıştıkça, müzakere masalarında kullanılan hitap terimlerine, "sayın"lara, "bey"lere takılmamayı, tam tersine, bunların aslında uluslararası standartlarda en başarılı müzakerecilerin profesyonelliğinin göstergeleri olduğunu biz de öğreneceğiz. Kaldı ki, düşmanca bir operasyon olmasına rağmen, insanlar görüşmenin içeriğine vâkıf oldukça, daha fazla insan ölmesin diye gösterilen çabaları görüyorlar ve umutlanıyorlar; son duruma dair daha sahici sorular soruyorlar. Yani sızdıranlar, isteyerek ya da istemeyerek normalleşmeye katkı sağladılar. Nitekim birçok ülkede silahlı isyan hareketleri, ayrılıkçı örgütler, yapılan tam da bu tür görüşmelerle meşru sosyal ve siyasal zeminlere taşındılar. Sonuç olarak bu görüşme, Başbakan Erdoğan'ın ciddi bir çözüm iradesini ortaya koyduğunun da kanıtı. Çözüm umudunu yitirmemiş herkesin kaygısı, bu irade sürecek mi yoksa sızdırma operasyonu başarıya ulaşacak ve barış süreci bir başka bahara mı ertelenecek? O yüzden "Durmak yok; yola devam." demenin tam da sırası.