HDP'nin oyu yüzde 7'lere gerilemiş durumda. Bu bilgiyi, iki gün önce, yaptığı güvenilir kamuoyu araştırmalarıyla maruf bir isim paylaştı benimle. Bu, aklı başında herkesin öngördüğü bir durumdu. "Terör savunusu"nu siyaset diye pazarlayan HDP'nin bu düşüşü kaçınılmazdı. Demek ki son bir yılda yarı yarıya küçülmüş HDP. 7 Haziran genel seçimlerinde HDP'nin oyu yüzde 13'ün üzerindeydi. HDP'nin oy artışında iki şey etkili olmuştu. Doğu'da, "Kürtlerin partisi barajı aşmalı" kampanyası. Batı'da ise "Erdoğan'ı başkan yaptırmayacağız" propagandası. Selahattin Demirtaş, çarçabuk Erdoğan düşmanlığının simge ismi haline geldi. Gerek 7 Haziran'a gerek 1 Kasım'a doğru giderken meydanlarda sadece Cumhurbaşkanı'nı hedef aldı. Her seferinde saldırgan bir üslupla onu tahkir etmeye kalktı. Erdoğan düşmanlığını önce bir takıntı ardından da bir kimlik haline getiren kesimler HDP'ye doğru aktı. 7 Haziran'da oylarını büyük bir coşkuyla HDP'ye verdiler. Bir kısmı aradan bir ay geçmeden "ellerim kırılsaydı da vermeseydim" demeye başladılar. Bir kısmı ise Erdoğan düşmanlıkları ağır bastığı için 1 Kasım'da da HDP'ye yöneldi. Ne var ki HDP 1 Kasım'dan sonra iyice radikalleşti. PKK'yla bağını gizleme gereği bile duymaz oldu. Demirtaş, PKK savunusunu o kadar abarttı ki, kalktı Rusya'ya gitti ve PKK'nın Suriye'deki cephe savaşları için mühimmat desteği istedi. Velhasıl HDP'lileşen "beyaz Türkler" bu kadarına pes dediler. İşte burada Kemal Kılıçdaroğlu ve yeni CHP girdi devreye. Paralel devlet yapılanmasının partiye yaptığı müdahale sonrasında CHP'yle HDP arasında belirgin bir siyasi söylem farkı kalmamıştı zaten. 1 Kasım seçimleri sonrasında partisinin yönetimini değiştiren Kılıçdaroğlu, radikal sağ bir partiye yakışan "ayrımcı" bir siyaset gütmeye başladı. Bu ayrımcı siyasetin iki unsuru var. Birincisi, "mezhepçi" bir tutumla toplumsal alanda kutuplaşma ve gerilim yaratmak. İkincisi ise "Erdoğan düşmanlığı" üzerinden, toplumun yarısını ve onların desteklediği elitleri siyasal alandan kovmaya çalışmak. Bir başka deyişle, rakiplerini düşmanlaştırmak. Kılıçdaroğlu, Demirtaş'tan kaçan kesimleri kucaklamanın yolunun "Erdoğan düşmanlığı"nı derinleştirmek olduğunu düşündü. Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu, bunun yolunun "küfür, tahkir ve tehdit"ten geçtiğine kanaat getirdi. Günden güne çıtayı yukarı çıkardı. "Kılıçdaroğlu'nun gafları" denen şey, aslında "Kılıçdaroğlu'nun ucuz siyaseti"nden başka bir şey değildi. Bunca laf, kazara değil, bile isteye edildi. Bir gaf ürünü değil, bir zihniyet ürünüydü. Kılıçdaroğlu, bir vakitler Demirtaş'ın "başardığı"nı başarmak, ondan kaçanları toplamak istedi. Döne döne bir "çakma Demirtaş"a döndü. Son olarak Kılıçdaroğlu, yine Cumhurbaşkanı'nı hedef aldı ve "böyle bir başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede getiremezsiniz" dedi. Bu söz, CHP siyasetinin bitişinin işaretidir. Ne acıdır ki, Deniz Baykal da çıktı ve Kılıçdaroğlu'nun sözleri için "direniş kararlılığımızı etkili biçimde ifade etmektedir" dedi. Siyaset kanallarının açık olduğu böylesi bir ortamda mevcut CHP lideri "kan akıtmak"tan, bir önceki CHP lideri ise "direniş kararlılığı"ndan bahsediyor. Hani Erdoğan toplumu kutuplaştırıyordu. Bunlar bırakın kutuplaştırmayı, toplumu cepheleştirmenin derdindeler. Neyse ki toplum onların düşündüğünün aksine siyaseten ehil, ahlaken kamil...
[Sabah, 14 Mayıs 2016].