Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington temasları yoğun tempoyla devam ediyor. Seyahatin sebebi 4. nükleer güvenlik zirvesi görüşmelerine katılmak.
2010'dan itibaren yapılan nükleer zirvenin gündemi dünyanın nükleer güvenliğinin önündeki potansiyel riskleri ortadan kaldırmak. Böylesi bir hedefin gerçekleşmesi için istihbarat paylaşımından başlayarak kapsamlı bir uluslararası işbirliğine ihtiyaç var. Ancak ortak tanımlanmış terörle mücadelede bile müttefik ülkelerin istihbarat paylaşımını yapmakta zorlandığı bir ortamda nükleer materyal konusunda bunun etkili bir şekilde yapılması için gidilecek uzun bir yol mevcut. Elbette Erdoğan'ın Washington seyahatinin kritik boyutu nükleer zirve değil. Asıl gündemi ikili ilişkileri "ortak değerler ve karşılıklı menfaatler temelinde" yeniden yapılandırmak için çaba göstermek.
İkili ilişkilerdeki anlaşmazlıkların getirdiği pürüzlü ortamda "Türkiye karşıtlarının" bildik suçlamaları arz-ı endam ediyor. Sözgelimi ABD medyasındaki bazı yazılar Erdoğan'ın seyahati vesilesiyle Türkiye'ye "güçlü bir demokratikleşme uyarısı" verilmesi yönünde kampanya yürütüyor. Erdoğan'ın bazı düşünce kuruluşlarından isimlerle yaptığı konuşmadaki YPG'ye verilen desteği eleştirmesini Foreign Policy Obama'ya "sert vuruş" olarak niteledi. Yine Amnesty International bir çağrıyla Erdoğan'ın Brookings'deki konuşması sırasında "insan hakları ihlalleri" adı altında protesto çabası içine girdi. İkili ilişkilerdeki sorunları aşma amacıyla Erdoğan'ın seyahatinde verdiği mesajlar ise yapıcı bir tonda. Düşünce kuruluşu temsilcileri ile görüşmede PYD konusunda bile ABD'nin "Türkiye'yi anladığını ve yanında olduğunu düşünmek istediğini" söyledi. Önerisi ise daha net: "Karşı karşıya bulunduğumuz sorunların çözümünde Türkiye-ABD ittifakının bir alternatifi olmadığı ortadadır. Burada esas mesele bu işbirliğinin gerek stratejik gerek taktik düzlemde gerçek anlamda verimli kılınabilmesidir."
DEİK'in düzenlediği yemekte işadamlarına yaptığı konuşmada ise Erdoğan, ABD-Türkiye ilişkilerinin "stratejik ortaklık", hatta Obama'nın önerisiyle tanımlandığı şekliyle "model ortaklık" düzlemini hatırlattı. İkili ilişkilerde bugün itibariyle model ortaklıktan uzak olduğumuz açık. Obama yönetiminin son ayları ve seçim dönemi olduğundan özellikle medyada ikili ilişkilerde güven ve algı meselesi daha fazla öne çıkıyorsa da uzun vadeli gerçek gündem belli.
Türkiye-ABD ilişkilerinin özellikle Ortadoğu'daki sorunlar boyutuyla sıkıntıların giderilmesi ve yeniden canlandırılması gerekiyor. Bunun da Erdoğan'ın işaret ettiği üzere "ortak değerler ve karşılıklı menfaatler temelinde" yapılması elzem. Bu sebeple Obama yönetiminin PKK'nın kolu olan YPG'yi desteklemesini Erdoğan'ın eleştirmemesi mümkün değil.
Yine de Türkiye-ABD ilişkilerinde birlikte çalışma iradesi ile "stratejik sapmaları" düzeltecek yeni bir dönemi başlatmak gerekiyor. Bunun için yeni başkanın, Obama'nın Ortadoğu politikasında bir yenilenme yapması gerekiyor. Her şeyden önce Obama'nın "ümitsiz" ve bazen "özcü" Ortadoğu algısının tashih edilmesi lazım.
Hatırlayacaksınız Obama'nın, Jeffrey Goldberg'e verdiği mülakatta Ortadoğu'nun sorunlarının "bir nesil daha çözülemeyeceği" kanaati ve Türkiye de dâhil müttefiklerin "sorumsuzluğu," ya da "laf dinlememesi" yönündeki yargısı hâkimdi. Suriye "ateşinin" içine girmeyen Obama, bir anlamda bölgenin aktörlerinin (bölgesel ya da yerel) çatışma düzlemini genişletti. Ve bu krizin bölge ülkelerinin ve yerel aktörlerin çözmesi gerektiği yönündeki politikasının en çok zarar verdiği ülkelerin başında Türkiye bulunuyor. Bu zarar mülteci dramından terör gruplarının tehdidine kadar uzanıyor. Dahası, PKK-YPG'ye açılan geniş alan müttefiklik ya da terörle mücadelede işbirliği ile hiçbir türlü açıklanamayacak çelişkiler taşıyor. Ortadoğu'ya da uzun sürecek yeni çatışmaların ateşini getiriyor.
"Otoriterlik" suçlamaları meselenin sosu konumunda. Bilmem Obama'nın "otoriterlik" muhabbetinin Erdoğan'ın "büyük ordusuyla Suriye'ye istikrar getirmeyi" reddetmesi olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?
[Sabah, 1 Nisan 2016]