Her ne kadar bundan önce başta Herman Cain olmak üzere başka adaylar da dış politika konusunda birbiri ardına çamlar devirmiş olsa da Perry'nin tartışma sonrasında katıldığı programlarda söylediklerinin arkasında durması ve bir anlamda yaptığı ithamın altını doldurma uğraşı, şimdiye kadar çok sık görülmüş bir durum değil. Perry'nin Türkiye hakkındaki negatif düşüncelerindeki bu ısrar, tribünleri hedef alan bir strateji mi (ve öyleyse o tribünlerde kimler var) yoksa Perry'nin inanarak desteklediği düşünceler mi şimdilik kimse bilmiyor. Ancak bu durum, ister istemez Cumhuriyetçi Parti'nin dış politikası konusunda ciddi soru işaretlerinin ortaya çıkmasına yol açıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde başkanlık seçimlerine bir sene kala bir yandan Başkan Obama, Amerikan dış politikasında ciddi değişimlerin altına imza atarken Cumhuriyetçi Parti de Obama'nın karşısına çıkaracağı adayı seçmeye çalışıyor. Geçtiğimiz eylül ayında Dışişleri Bakanı Clinton'un Foreign Policy makalesini müteakiben resmen uygulamaya konulan Asya-Pasifik stratejisinden sonra aralık ayında Irak'tan çekilen ve tüm baskı ve taleplere rağmen Suriye konusunda fazla aktif rol oynamak istemeyen Obama yönetimi şimdi de yeni bir savunma stratejisini hayata geçiriyor. Bu dış politika gelişmelerine ve Obama yönetiminin uygulamaya koyduğu savunma stratejilerine hazırlıksız yakalanan Cumhuriyetçi Parti başkan adayları ise durumu lehlerine çevirmek için tek yolun şahinleşmekten geçtiğine inanmışa benziyor. Şimdiye kadar yaşanan dış politika tartışmaları Ron Paul hariç diğer tüm adayların sağ seçmene mesaj verme yarışına dönüşmüş durumda. Bu yarış sırasında Cumhuriyetçi adayların tehditlerinden nasibini almamış bir ülke ve toplum neredeyse kalmadı.
Geride bıraktığımız altı ayı aşkın zaman diliminde gerek dış politika konusunda adayların yaptığı konuşmalar ve verdiği demeçler gerekse kampanya siteleri Cumhuriyetçi adayların dış politika konusunda ciddi projeleri olmadığını ortaya çıkarıyor. Çin'e karşı ticari savaş ilan etme sözü veren Mitt Romney, ülkedeki Müslümanları olağan şüpheli ilan edip terörle mücadelede Müslümanların mercek altına alınmasını isteyen ve dahası Orta Amerika'daki militan sosyalistler ile radikal İslamcıların birleşip Amerika'ya karşı eylem yapabileceğini savunan Rick Santorum ve Türkiye'yi NATO'dan atma konusunda kararlı görünen Rick Perry, dış politika meselelerinde adayların aşırı sağ oylar için yarışırken düştükleri durumu gözler önüne seriyor.
CUMHURİYETÇİLERİN ORTADOĞU ALGISI
Adaylar arasında yaşanan düşük yoğunluklu ancak derin görüş ayrılıkları içeren tartışmalar, bazı durumlarda Cumhuriyetçi adaylar arasındaki fikir ayrılıklarının herhangi bir Cumhuriyetçi aday ile Obama arasında olabilecek kadar büyük olduğunu gösteriyor. Bazı adayların dış politika konusunda yeterince hazırlıklı olmamalarının yanında Cumhuriyetçi Parti'yi bu meselelerde zor duruma düşüren bir başka sebep de şimdiye kadar Cumhuriyetçilerin en iddialı olduğu alan olan ulusal güvenlik politikaları ve özellikle de son on senedir dış politika ve güvenlik stratejilerini üzerine inşa ettikleri terörle mücadele konusunda Başkan Obama'nın oldukça başarılı bir performans sergilemiş olması. Üsame bin Ladin ve El Kaide'nin lider kadrosunda bulunan birçok ismin Obama yönetiminin iktidarda olduğu bir süreçte ve izlenilen yeni taktik ve stratejiler sayesinde öldürülmesinin Cumhuriyetçi adaylarda yarattığı etki açıkça görülebiliyor. Bundan önceki iki başkanlık yarışında sıklıkla üzerinde durulan ve 2004 seçimlerinin hemen öncesinde yayınladığı kaset mesajı ile seçim kampanyalarında gündemi oluşturan Bin Ladin ve El Kaide'nin ismi artık hemen hemen hiç anılmıyor. Ayrıca NATO'nun Libya operasyonunda göstermiş olduğu başarı ve Amerika'nın fazla masrafa girmeden ve askerlerinin hayatını tehlikeye atmadan işin içinden çıkmış olmasının yarattığı zafer havası, dış politikayı bu sefer Demokrat yönetiminin güçlü olduğu alana çevirmiş durumda. Dahası Cumhuriyetçi adaylar her ne kadar Amerika'nın Irak'tan çekilmesini eleştirse de bu kararın kamuoyu tarafından oldukça olumlu karşılandığını göz önüne alarak, bu konuda fazla seslerini yükseltmemeyi tercih ediyorlar. Bu sebeple Cumhuriyetçi adaylar ulusal güvenliğe ait alanlarda operasyonel ve askerî meseleleri bir kenara bırakarak tartışmayı Amerika içinde terörle mücadele konusunda uygulanacak polisiye metotlar üzerine yoğunlaştırmış durumda.
11 Eylül sonrasında terörle etkin mücadele edebilmek için geçirilen "Patriot Act"in [Vatanseverlik yasası] süresinin uzatılması konusunda Ron Paul ile diğer adaylar arasında yaşanan tartışma, waterboarding (tutuklunun bağlandıktan sonra yüzünün bir bezle örtülüp su dökülerek yapılan bir işkence) olarak bilinen sorgulama metodunun işkence olup olmadığı ve terör sanıklarının sorgulamaları sırasında bu yöntemin kullanılması konusundaki yaşanan fikir ayrılıkları ve havaalanlarında güvenliğin sağlanması için hangi etnik ve dinî grupların fişlenmesi konusundaki meseleler öne çıkan maddeler arasında yer alıyor.
Cumhuriyetçilerin bu seçimdeki El Kaide'si, İran. Özellikle Birleşmiş Milletler'e bağlı Atom Enerjisi Kurumu'nun raporu ve İran'ın Hürmüz Boğazı'nı gemi geçişine kapama tehdidi sonrasında daha da sık gündeme gelmeye başlayan mesele, Obama'nın dış politika ve güvenlik meselelerindeki en zayıf noktası olarak görülüyor. Cumhuriyetçilerin neredeyse tamamı Obama yönetimini İran konusunda fazlasıyla yumuşak ve yavaş davranmakla suçlarken sağ seçmene birbirinden sert önlemler vaat ediyorlar. Romney, nükleer silaha sahip bir İran'ın Amerika ve dünya güvenliği için Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana ortaya çıkan en büyük tehdit olacağı görüşünde. Romney'e göre Amerika'nın bu noktada yapabileceği en akıllıca iş, bir yandan ekonomik yaptırımlar uygularken diğer yandan da İran'daki rejimi devirmek için muhalifleri desteklemek olacak.
Temsilciler Meclisi eski sözcüsü Gingrich ise İran'ı bazen Nazi rejimine bazen de Sovyetler Birliği'ne benzeterek İranlı bilim adamlarını öldürmenin de dahil olduğu bir dizi gizli operasyon ile İran'ın nükleer silah üretemez hale getirilmesini öneriyor. Santorum ise bu tip yaptırımlar ve operasyonlara yeterli zaman olmadığı için tıpkı İsrail'in Irak ve Suriye'deki nükleer tesislere yaptığı gibi yine İsrail'in desteği ile İran'daki tesislere yönelik "cerrahi müdahaleler"de bulunmaktan yana. Buna karşılık Cumhuriyetçilerin aykırı adayı Ron Paul ise İran ile ilişkilerin düzeltilerek sorunun çözülmesi fikrinde oldukça ısrarcı. İran'la mücadele ile birlikte Cumhuriyetçi adaylar için Obama yönetiminin dış politika konusundaki bir başka falsosu ise Obama'nın İsrail meselesindeki tavrı. Yine Ron Paul haricinde tüm Cumhuriyetçi adaylar Obama'nın İsrail'i yalnız bıraktığı ve İsrail'in ne pahasına olursa olsun savunulması konusunda hemfikir. Aynı adaylar Obama'nın İsrail'e yerleşimlerin durdurulması konusunda yaptığı baskıyı şiddetle eleştirerek Amerika'nın böyle bir hakkı olmadığını ve İsrail'in kendi topraklarında ne yapacağına ve nereyi başkent yapacağına kendi karar vermesi gerektiği görüşündeler. Şu an kamuoyu araştırmalarında en önde olan Romney, ilk uluslararası gezisini İsrail'e yapmayı vaat ederken, Rick Perry de Türkiye hakkında söylediklerinin arkasında Türkiye'nin İsrail ile yaşadığı krizin yer aldığını saklamıyor.
Her ne kadar birçokları tarafından adayların bu söylemleri ve ekranlar karşısında verdikleri demeçler kampanya sürecinin bir parçası olarak değerlendirilip iç politikaya yönelik mesajlar olarak kabul edilse de söylenilen sözlerin Amerika dışında ve seçimlerden sonra yaratacağı etki oldukça önemli. Özellikle dış politika ile iç politika arasındaki ayrımın gittikçe belirsizleştiği ve verilen mesajların her yere ve herkese ulaşabildiği bir dönemde adaylar başkan seçilmeleri durumunda seçim sonrasında dış politika meselelerinde seçim kampanyalarının hayaletleriyle mücadele etmek zorunda kalabilirler. Zira şimdiye kadar söylenenler gösteriyor ki, önseçimi kazanmaya çalışırken dünyayı kaybetmek çok muhtemel.