SETA > Yorum |
Uçağın Burnunu Yukarı Çevirmek

Uçağın Burnunu Yukarı Çevirmek

Öncelikle içeriye çekme cazibesine sahip, güven aşılayan ve kaliteyle bezenmiş bir vitrine sahip olmamız şart. Vitrinde, rakiplerin ya da hasımların taş atmasına malzeme verecek unsurlara yer vermekten kaçınmak gerektiğini söylemeye gerek yok desek de, sanırım var.

Geçen hafta Ali Bayramoğlu'nun “Neredeyiz?" başlıklı yazısını okurken, epeydir kafa yorduğum o soruyla karşılaştım: Uçağın burnu yukarı çevrilebilecek mi? Nasıl ve kim tarafından?

Köşemizin payına düşen ekonomi alanındaki mütevazı tablonun renklenip canlanması adına, 1 yılı aşkın süredir dikkatinize sunduğum pek çok faktör var. Bununla birlikte, yazılarımın arasına zaman zaman serpiştirdiğim ve rakamsallıktan uzak bazı temel dinamikler var ki; onlara bugün yeniden başlı başına değinmeye karar verdim.

POLİTİKA VAR, POLİTİKA VAR

Herkes gibi başarıları kadar başarısızlıklarıyla da anılsa da, Obama'nın çok doğru bir sözü, bugünkü konumuzu aslında epeyce bir özetliyor. Önce onunla başlayalım:

“Bu ofisi işgal eden kim olursa olsun, hatırlaması gereken bir şey var. O da, başarının “policy" ve “politics" kesişimi ile belirlendiği ve pazarlamanın, halkla ilişkilerin ve kamuoyunun ihmal edilemeyeceğidir".

Dolayısıyla, işin iki kritik boyutu var: Politika ve pazarlama.

Önce politika ile başlayalım. Tercüme ederken, “policy" ve “politics" olarak aynen bıraktım. Zira bizde her ikisi de “politika" diye geçiyor. Oysa anlamları farklı.

Geçenlerde Cevdet Akçay ile sohbet ederken, o da bana bu muammayı hatırlattı. Gerçekten ilginç bir nokta. Bizde kelime bazında olması şöyle dursun, uygulamada da ikisi birbirine geçebiliyor. Ya da biri diğerinin önüne.... Hâlbuki politika yapmak başka şey, politika yapmak bambaşka bir şey... Obama'nın belirttiği gibi kesişmeli ancak ikisi de ayrı ayrı uzmanlık alanları ile tecrübelerden gelip optimum noktada buluşarak. Bir nevi, iyi ekip işi…

VİTRİN PARLAK OLMALI

Şimdi gelelim, diğer mühim meseleye.

Öğrenim hayatımda rotayı sonradan iktisada çevirmiş olsam da, lisans yıllarımda işletme eğitimi almış olmanın faydalarını hep gördüm. Ve aldığım paketin en büyük faydalarından biri de, pazarlama dersleri oldu diyebilirim. Nitekim pazarlama, derslerde odaklanıldığı gibi sadece işletmeler için değil, bireylerden ülkelere kadar dev bir yelpaze için geçerli olan hayati bir alan.
Türkiye'miz için de, bunun kritik bir mesele olduğuna, gerek dünya ülkelerinden örneklerle gerekse “imaj açığımız" gibi nitelendirmelerle daha önce işaret etmiştim. Nitekim tanıtım ve algı noktasında ciddi bir eksikliğimiz olduğunu inkâr edemeyiz. İçeriden ve dışarıdan bin bir saldırıya maruz kaldığımız şu konjonktürde ise, işin önemi giderek ciddiyet kazanıyor.

Peki, nedir yapmamız gereken? Öncelikle içeriye çekme cazibesine sahip, güven aşılayan ve kaliteyle bezenmiş bir vitrine sahip olmamız şart. Vitrinde, rakiplerin ya da hasımların taş atmasına malzeme verecek unsurlara yer vermekten kaçınmak gerektiğini söylemeye gerek yok desek de, sanırım var. Sergilenen duruşlardan, asılan mesajlara kadar bu böyle…

Tabii vitrini hem süslemeye hem de atılan çamurlardan arındırmaya çalışırken, bir yandan ikna edebilmenin ve kaliteyi teslim etmenin püf noktalarını bilmek de önem taşıyor. Zira işletme gurusu Peter Drucker'ın dediği gibi; “Pazarlamanın amacı, müşteriyi çok iyi bilmek ve anlamaktır ki böylece ürün ya da hizmet ona uysun ve kendini satsın." O halde, bu misyon için de doğru elemanlar, söylemler ve uygulamalar şart.

Sonuç olarak, yerli yabancı her platformda, bu temel detayların tümünü başarabilmek için, her alanda üstün meziyetli bir insan kaynağı ile hem güçlü bir resim vermeye hem de etkin politikalar dizayn etmeye ihtiyacımız var.

VASATLIK SEÇENEK OLAMAZ

Bu minvalde karşılıklı konuşurken bir ara Cevdet Hoca, “Amerikalılar, mediocrity için ne derler bilirsin" deyince durup düşündüm.
Zira Türkiye, vasatlığın yığıldığı bir yer olmaktan imtina edip, seçkinliğe giden yolu tercih etmek zorunda. Aksi takdirde, kızışan rekabet ve zorlaşan koşullar altında kendini ayrıştırması zorlaşacak. Oysa bugün tırnaklarımızla kazıyarak geldiğimiz noktayı ve sahip olduğumuz potansiyeli neden güçlü bir geleceğe taşımayalım?

İşte bu bağlamda yeni dönemde en esaslı gereksinimimiz, ışıldayan bir vitrin, kaliteli içerik ve liyakatli elemanlar. Ve yeni dönemden kastım, 1 Kasım sonrası bir yana, bu anlamda 1 gün dahi kaybetmememiz gereken bugündür.
“Uçağın burnunu yukarı çevirmek nasıl ve kimle olacak?" sorusuna, ekonomi perspektifinden verilebilecek en temel ve kapsayıcı yanıtın bu olduğu kanaatindeyim.

[Yeni Şafak, 22 Eylül 2015]