SETA > Yorum |

Türkiye'nin Kültür Daralması

Her yılın bahar mevsiminde Mali’deki ünlü Cenne caminin duvarlarına yeni bir kat çamur atılır. YaÄŸmurların erittiÄŸi çamur tabakalar, yenileriyle deÄŸiÅŸtirilir. YaÅŸlı genç, kadın erkek, zengin fakir herkesin katıldığı bu festivalde çamur cami, her yıl yeniden imar edilir. Atılan her yeni çamur tabakası, caminin asli kimliÄŸini muhafaza ederken ona yeni bir hayatiyet kazandırır. Afrika Islamının bu mimari harikası çamur camisi, her yıl çamurla ve insan eliyle yeniden hayat bulur. Cenne, maddesi sürekli deÄŸiÅŸen, sureti aynı kalan bir cevher gibidir.  

Her yılın bahar mevsiminde Mali’deki ünlü Cenne caminin duvarlarına yeni bir kat çamur atılır. YaÄŸmurların erittiÄŸi çamur tabakalar, yenileriyle deÄŸiÅŸtirilir. YaÅŸlı genç, kadın erkek, zengin fakir herkesin katıldığı bu festivalde çamur cami, her yıl yeniden imar edilir. Atılan her yeni çamur tabakası, caminin asli kimliÄŸini muhafaza ederken ona yeni bir hayatiyet kazandırır. Afrika Islamının bu mimari harikası çamur camisi, her yıl çamurla ve insan eliyle yeniden hayat bulur. Cenne, maddesi sürekli deÄŸiÅŸen, sureti aynı kalan bir cevher gibidir.  

 Cenne caminin tarihi de buna ÅŸehadet ediyor. Ä°lk olarak 13.ncü yüzyılda inÅŸa edilen cami, 1834 yılında tekrar yapılır. Bugünkü camii ise 1905 yılında inÅŸa edilir. Her üç inÅŸa döneminde de karşımıza aynı yapı çıkar: Batı Afrika Islamının bu maddesi mütevazı (çamur!), sureti görkemli camisi, etrafındaki müminlerin teriyle, duasıyla, sadakatiyle, samimiyetiyle, çamurlu elleriyle her yıl yeniden hayata döner. YaÄŸmurların aşındırdığı çamurlar, topluluk için bir araya gelme fırsatıdır. Yıkım görünen ÅŸey, yeniden inÅŸa için bir iÅŸarettir.Bugün “kültür” dediÄŸimiz hayat alanı, Cenne camisinin hayat serüveniyle benzerlikler arzediyor. Kültürün mutlak manada statik ve ‘tamamlanmış’ ya da mutlak manada deÄŸiÅŸken ve dinamik olduÄŸunu zannedenler hep yanıldılar. Bu iki aşırı uca dayanan politikalar, kültürel deÄŸiÅŸmeyle bozulmayı, dönüÅŸümle irtifa kaybını hep birbirine karıştırdı. Türkiye örneÄŸinde olduÄŸu gibi kültürü dönüÅŸtürmek adına atılan adımların artık kültür üretemez bir millet vücuda getirdiÄŸini göremediler.

Fakat asıl yanılgı, kültürün hep ‘görünür’ bir ÅŸey olduÄŸu inancından kaynaklanıyor. Cenne camisine asıl ve asli kimliÄŸini kazandıran Mali’nin Cenne ÅŸehrindeki salt maddi görünülürlüÄŸü deÄŸil, onun arkasında yatan çamurlu eller, yalın ayaklar, terli yüzlerdir. Bu ‘inÅŸa edici yeteneÄŸi’ ortadan kaldırdığınızda geriye ancak kaotik bir üretim telaşı kalır. Modern mimari adına ürettiÄŸimiz binaların, kurduÄŸumuz ÅŸehirlerin bir kültür haline gelememesi, bu inÅŸa edici yeteneÄŸi yitirmemizden kaynaklanıyor. Bu yüzden Fichte kültürü bir tarafta insanların kendi potansiyellerini gerçekleÅŸtirme kaabiliyeti, öte tarafta “dış dünyadaki nesneleri dönüÅŸtürme ve kendi tasavvurlarımıza göre ÅŸekillendirme yetisi” olarak tanımlar.

Kültür Üretebilen bir Millet Olmak

Türkiye’nin kültürel daralması sadece modern mimariye, ÅŸehirciliÄŸe yahut müziÄŸe geçtiÄŸi (ya da geçmeye çalıştığı) için deÄŸil, öncelikle kültür üretebilen bir millet olma vasfını yitirdiÄŸi için uzun ve sancılı bir süreç olmaya devam ediyor. Bireysel özgünlük ve otonomiyle kollektif norm ve kaabiliyetlerin buluÅŸtuÄŸu yer olan kültür, bir geleneÄŸe baÄŸlı kalarak yaratıcı olma imkanını sunar bize. Kültür üretebilen bir millet olmak, baÄŸlı olduÄŸunuz geleneÄŸin size sunduÄŸu hayat alanını canlı tutmakla mümkündür. Tıpkı Cenne camisinin her yıl eriyen yüzeyinin en asli malzeme olan çamurla yeniden takviye edilmesi gibi,Türkiye bu kaabiliyetini yitirdiÄŸi için, baÅŸka kültürleri, örneÄŸin Avrupa’yı taklid yahut tevarüs dahi edemiyor. Çünkü taklidin bile bir ölçüsü ve biçimi var. Taklid ve tevarüs, Ä°slam düÅŸüncesinin kadim Yunan ve Hint medeniyetleriyle karşılaÅŸmasında olduÄŸu gibi, bazen yaratıcı sentezlerin doÄŸmasına neden olabilir. Türkiye’nin kültür tasavvuru, bugün böyle bir sentezin inÅŸasına imkan vermiyor. Türkiye, kültürün de arkasında yatan siyasi iradesinden feragat etmiÅŸ, minimal bir varolma biçimini kabullenmiÅŸ bir ülke durumunda.

Oysa modern dönem bunun karşı örnekleriyle dolu ve saÄŸlıklı bir kültür tasavvuru geliÅŸtirebilmek için bu örnekler üzerinde durmak gerekiyor. 19.ncu yüzyıl Hindistan’ında kriket, dönemin en siyasi oyunuydu. Müslüman, Hindu ve Sih Hindistanlılar, Ä°ngilizleri kendi oyunlarında yenmenin azımsanmayacak bir baÅŸarı olduÄŸuna inanmışlardı. Ä°ngiliz imparatorluÄŸunu yenmenin yolu, onu ‘imparator’ olma duygusundan mahrum etmekti. Bunun tek yolu top-tüfek yığmak deÄŸildir. Aksine, top ve tüfeÄŸin olmadığı yerde tasavvuruyla, hissediÅŸiyle, iÅŸ tutma biçimiyle ve tutumuyla bir topluluÄŸun ‘kraliçenin hükmüne’ girmeyi reddetmesidir.

Bu ruh halini sinemalaÅŸtıran Lagaan filmi, Lagaan adlı vergiyi ödememek için gösterilen direniÅŸin nasıl bir ‘pozitif asabiyye’ haline gelebileceÄŸini anlatır. Filmin kahramanı Buvan bir tarafta Ä°ngiliz bölge valisinin yeni vergisine, öte tarafta valinin kız kardeÅŸinin aÅŸk talebine karşı direnir. Kriket maçında Ä°ngilizleri yenmeleri halinde vergiden muaf tutulacaklarına dair söz alır. Ä°ngiliz imparatorluÄŸunu ancak kriket maçında galip gelerek yenebileceklerini anlayan Buvan, en olmadık köylü karakterlerden bir takım kurar. Ä°mparatorluÄŸa karşı direniÅŸ, yeni bir dayanışma kültürünün doÄŸmasına yol açar. Müslüman, Hindu, Sih ve dokunulmazlardan müteÅŸekkil Hindistan’ın ilk kriket takımı, Ä°ngilizleri yener. Ä°ngiliz Ä°mparatorluÄŸu, Hindistan’ın en sıradan insanları tarafından alt edilir.

Kültür ve Siyaset

Burada önemli olan düÅŸmanı kendi silahıyla vurmak kolaycılığı deÄŸil, her kültür formunun arkasında siyasi bir tutum ve iradenin yattığını görebilmektir. Her güçlü kültür, böyle bir siyasi iddiaya sahiptir. Osmanlı kültürünün gücü, estetik inceliÄŸinin ve insani zarafetinin yanısıra, böylesi bir siyasi derinlikten kaynaklanıyordu. Siyasi iddiası olmayan bir kültürün insanlara güçlü bir kimlik kazandırması mümkün deÄŸil. Türkiye’nin yeniden kültür üretebilen (ve dolayısıyla kültür emperyalizmine karşı direnebilen) bir millet haline gelebilmesi, rasyonel siyaseti güçlü bir ben-bilinci ile birleÅŸtirebilmesine baÄŸlı.Bunu baÅŸardığımız gün, Türkiye’nin kültür mirası reel ve etkin bir güç haline gelecektir. Hz. Mevlana’nın hoÅŸgörüsünden Topkapı’nın sakin ihtiÅŸamına, Dede Efendi’nin (adeta) zaman ve mekan üstü namelerinden NeÅŸet ErtaÅŸ’ın yüreÄŸimize attığı çiziklere kadar yaÅŸayan kültür deÄŸerlerimizi bir hayat alanı haline getirmek için, bütün bunların arkasında eÅŸyaya ve insanlara yönelik bir duruÅŸun olduÄŸunu bilmemiz gerekiyor. Bu duruÅŸu ne kadar derinleÅŸtirebilir ve iÅŸleyebilirsek, kültür iddiamızın bir siyasi zemini de olacaktır. Aksi halde bu muazzam kültürü sulandırılmış bir hümanizme ve çok kültürcülüÄŸe kurban etmek iÅŸten bile deÄŸil.

1700’li yılların sonlarında uzun bir süre Ä°stanbul ve civarında yaÅŸayan Thomas Thornton, 1807 yılında yayınladığı The Present State of Turkey adlı kitabında Avrupa’nın Osmanlıya nasıl baktığını ÅŸöyle özetler: “Bize Osmanlı konusunda ÅŸöyle denmiÅŸtir: Onların askeri erdemlerini ve adalet yönetimlerini aynen taklit edin; fakat katılıklarını kerih görün ve düÅŸmanları karşısındaki amansız tavırlarını küçümseyin. Tebalarına en asgari düzeyde engel çıkarttıkları ve ÅŸeffaf oldukları için Hıristiyan monarklar onların hükumet etme biçimini hep kıskanmıştır; filozoflar ise onların (siyasi kültürünü) dağınık bir gücün kaba bir icrası olarak eleÅŸtirmiÅŸlerdir”. 19.ncu yüzyılın başı gibi geç bir dönemde bir Avrupalı tarafından söylenen bu sözler, Osmanlının siyasi kültürünün gücünün zannedildiÄŸinden daha uzun sürdüÄŸünü gösteriyor.

Türkiye’nin Vehimleri

Türkiye’nin anlamlı bir kültür stratejisi geliÅŸtirebilmek için iki saplantıdan kurtulması gerekiyor. Bunlardan birincisi Türkiye’nin kendini “modern dünyanın hasta adamı” olarak görmesi. Bu yaygın anlayışa göre Anadolu insanının birey, toplum ve evren anlayışı, adalete dayalı, özgürlükçü ve medeni bir yaÅŸam biçiminin inÅŸasına imkan vermiyor. Türkiye insanı ne yaparsa yapsın tarihin gerisinde kalmak zorunda. Oysa tarihsel gecikmiÅŸlik ve kültürel geri kalmışlık sendromuyla hareket eden bir Türkiye’nin Avrupa, Amerika yahut UzakdoÄŸuyla saÄŸlıklı bir kültür iliÅŸkisine girmesi mümkün deÄŸil. Fransızlara “biz sizden daha laikiz”, Hollandalılara “biz sizden daha liberaliz”, Ä°ngilizlere “biz sizden daha kurnazız”, Amerikalılara “biz sizden daha kapitalistiz” diyerek kendimizi tanımlamaya çalışmak, her tür varlık iddiasından vazgeçtiÄŸimizi açıkça ilan etmektir. Tarihsel ve kültürel geri kalmışlık psikozundan kurtulmak zorunda olan Türkiye’nin köklü bir kültür tasavvuruna ÅŸiddetle ihtiyacı var.

Türkiye’nin ikinci saplantısı, kendini OrtadoÄŸu kültürünün “üvey çocuÄŸu” olarak görmesi. Nasıl Türkiye’nin tarihsel gecikmiÅŸlik sendromu onu Batı kültür ve medeniyeti karşısında acziyete mahkum ediyorsa, kendine has modernlik algısı da onu OrtadoÄŸu ve Ä°slam dünyasına karşı yabancılaÅŸtırıyor. Oysa Türkiye’nin kendi kendini OrtadoÄŸu’nun üvey çocuÄŸu ilan etmesi ve bölgenin ekonomik, siyasi ve kültürel potansiyelinden uzak durması, ne bölge politikaları ne de real-politik açısından savunulabilir bir ÅŸey. Türkiye’nin bölgesindeki hiçbir ülkeyle Fransa’nın Cezayir’le yahut Ä°ngiltere’nin Hindistan ve Pakistan’la olan iliÅŸkisine benzer bir tarihi geçmiÅŸi yok.Andre Gide, 1910’lu yıllarda Ä°stanbul ve Konya’yı ziyaret ettikten sonra günlüÄŸüne ÅŸu mealde bir not düÅŸmüÅŸtü: “Buraları gördükten sonra dünyadaki yegane medeniyetin bizim yani Avrupa ve bahusus Fransız medeniyetimizin olduÄŸunu tekrar anladım”. Gide’in bu ırkçı Avrupa-merkezciliÄŸini bugün daha rafine yahut üstü kapalı biçimlerde yeniden üretmeyeceksek, bunun yolu kendimize yeni bir kültür haritası çizmekten geçiyor.

Bunun için bir geleneÄŸe mensup olmanın ÅŸartları üzerinde yeniden düÅŸünmemiz gerekiyor. Türkiye, ait olduÄŸu geleneÄŸi reddederek bir kültür inÅŸasına giriÅŸemez. Bunun mümkün olmadığını son yüz yıllık kültür serüvenimizde gördük. Artık kültürün de tüketilen bir meta haline geldiÄŸi günümüzde yeni yabancılaÅŸma ve köksüzleÅŸme dalgalarına karşı saÄŸlam durabilmek için, gelenek, kültür, siyasi bilinç ve ben-tasavvuru arasındaki dengeyi yeniden kurmak zorundayız. Bunu saÄŸladığımız gün Cenne camisinin çamur duvarlarının her yıl aşınmasından fazla endiÅŸe duymayız. Çünkü ona yeniden hayat üfleyecek çamurlu eller varolmaya devam etmektedir.