Hafta başında Türk heyetinin Washington’a ziyareti kapsamında gerçekleştirdiği görüşmeler, Türk-Amerikan ilişkilerinin yoğun gündeminin sürekli diyaloğu ne kadar gerekli kıldığını bir kez daha gösterdi. Türkiye ve Amerika’nın ikili meseleler dışında bölgesel ve küresel sorunlar konusunda da ortak çalışma çabasını canlı tutmaları gerekiyor. İki NATO müttefikinin aynı görüşte olmadığı ve daha kötüsü birbirine zıt politikalar takip ettiği meselelerin olduğu herkesin malumu. Buna rağmen sıcak savaş, gıda krizi, enerji, büyük güç mücadelesi ve iklim değişimi gibi birçok meydan okuma ortak çıkarlar üzerine kafa yormayı mecbur hale getiriyor.
Türk heyetinin Washington ziyaretinin depremden yaklaşık bir ay sonra ve seçimlerden iki ay önce gerçekleşmesi bağlamında zamanlama açısından da yorumlanması gerekiyor. Deprem sonrasında Türkiye’de hummalı bir yeniden inşa süreci başlamış durumda. Bu sürecin desteklenmesi adına Türkiye birçok ülkeyle ticaretinde koyduğu yüksek hedeflere ulaşmak için gaza basıyor. ABD’yle 30 milyar dolar civarında seyreden ticaretin 100 milyar dolara çıkarılması hedefinin tekrar gündeme getirilmesi, hükümetin seçim sonuçları konusunda kendinden emin olduğu ve ilişkilerin orta ve uzun vadede daha güçlenmesini istediği mesajını veriyor.
İkili ilişkilerin en sıcak gündem maddelerinden biri olan F-16 satışları konusunda ise Kongre’nin ayak sürme ve başka konularla ilişkilendirme yaklaşımı biliniyor. Biden yönetiminin satışı destekleyip resmi bildirim öncesi Kongre’nin nabzını yokladığı bilinse de senatörleri ikna için çok özel bir çaba harcadığını söylemek zor. Bunda bazı senatörlerin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini şart olarak öne sürdükleri de herkesin malumu. Biden yönetimi böyle bir şartı telaffuz etmiyor ancak senatörlerin bu tür itirazlarını aşmaya yönelik sıkı bir pazarlık sürecine de girmiyor. Bu bağlamda yönetimin seçim sonuçlarından bağımsız olarak seçim sonrasında F-16 satış sürecinin daha kolay ilerleyeceği görüşünde olduğunu tahmin etmek zor değil.
Türkiye F-16 satışının başka bir şarta bağlanmasını kabul etmiyor ve aday ülkelerle yaptığı Üçlü Mutabakat’ı uygulamakta ısrarcı davranıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Finlandiya’nın üyeliğiyle ilgili yaptığı en son açıklama da mutabakat sürecinin olumlu ilerlediğini gösteriyor. Türkiye’nin Finlandiya’nın üyeliğinin yolunu açması ve İsveç’in üyeliğinin terörle mücadele yasalarını geçirdiği takdirde gerçekleşebileceği şeklindeki tavrı, tutarlı olmakla beraber seçim sonuçlarını beklediği aşikâr olan senatörleri şu aşamada harekete geçirmek için yetmeyecektir. Ancak Türkiye’nin bir yandan NATO’nun genişlemesinden yana olduğu bir yandan da terörle mücadelede kendi güvenliğini öncelediği mesajı açıkça verilmiş durumda. Öte yandan Finlandiya’nın ittifaka kabulü Biden yönetimine Kongre’ye F-16 satışı için daha fazla baskı yapma imkânı tanıyabilir.
İkili gündemde liste başı konulardan biri olan terörle mücadele konusunda önemli bir aşama kaydetmek kolay değil. FETÖ meselesinde top epeydir taca atılmış durumda ve yakın zamanda ciddi bir ilerleme olacağı beklenmiyor. YPG konusunda ise Amerikan Genelkurmay Başkanı Milley’nin kuzey Suriye’deki Amerikan askerlerini ziyaretiyle ilgili açıklamasında görüldüğü gibi Washington meseleyi DEAŞ’la mücadele bağlamında ele almayı yeğliyor. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını yatıştırmaya çalışmakla yetinen Biden yönetimi, ne kapsamlı bir Ortadoğu politikası ne de Suriye politikası ortaya koymuş değil. Yönetime Ortadoğu’daki hemen bütün müttefikleriyle sorun yaşatan bu politikasızlık durumu, YPG konusunun da terörle mücadele teknik bir bağlama indirgenmesi sonucunu doğuruyor.
Amerika’yla Türkiye arasında Ukrayna savaşı konusundaki politika farklılığı da dikkatlerden kaçmıyor. Savaş bölge ülkelerine sıçrama ve nükleer çatışma riski üretmekle kalmayarak küresel gıda krizini derinleştirdi ve Batı’yla Rusya-Çin hattındaki kutuplaşmayı da tetikledi. En son Rus uçaklarının bir Amerikan İHA’sını düşürmesi, meselenin Karadeniz güvenliği açısından önemini tekrar hatırlattı. Bu şekilde hem bölgesel hem küresel etkileri olan bir savaşta, ABD ve Türkiye Ukrayna’nın egemenliği ve toprak bütünlüğü konusunda hemfikir. Türkiye’nin diplomatik çabaları tahıl anlaşması ve esir değişimi gibi başarıları da getirdi. Ancak ABD liderliğindeki Batı’nın politikasının şimdiye kadar savaşın kesin bir Ukrayna zaferiyle bitmesine yetmediği ortada. İki tarafın da savaşa devam ettiği bu aşamada nihai barış için çabalar da cılız kalıyor.
Öte yandan küresel güç mücadelesinin Ortadoğu’daki yansımaları Türk-Amerikan ilişkilerini de doğrudan etkileyecektir. En son Çin arabuluculuğuyla gerçekleşen İran-Suudi normalleşme adımı, Washington’a Çin’le mücadelenin Ortadoğu’dan çekilmekle olmayacağını hatırlattı. Biden’ın Avustralya ve İngiltere’yle nükleer denizaltı anlaşması imzalayarak Çin’e mesaj gönderdiği günlerde açıklanan İran-Suudi anlaşması adeta bir karşı mesajdı. Washington’un Çin’in Ortadoğu’da ABD’den kalan boşluğu doldurma çabasının güdük kalmasını ümit etmesi ciddi bir politikaya tekabül etmiyor. Dolayısıyla Biden yönetiminin Ortadoğu’nun Çin’le mücadelede yeni bir sahne haline gelme potansiyeliyle yüzleşmesi gerekecek. Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı ve etkisi de hem Rusya hem de ABD’yle ilişkilerini iyi tutmaya çalışırken Çin’in yeni bir aktör olarak oyuna girmeye çalışmasından etkilenecektir.
[Yeni Şafak, 17 Mart 2023]