İran eliti, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçen perşembe Bakü'de okuduğu birkaç mısrayı siyasi gerilime çevirdi. Siyasiler saldırgan cümleler kurarken İran medyası da Erdoğan'ın "İslam dünyası liderliği, Osmanlıcılık ve Pan-Türkizm peşinde olduğu" yönündeki argümanlarla doldu taştı. Ankara'nın İran'ın toprak bütünlüğünü hedef alan "ayrılıkçılığı" kışkırttığı öne sürüldü. Türkiye'nin bölgedeki ülkelerin bütünlüğüne sahip çıkan politikaları ortaydayken ve aksine İran'ın ayrılıkçı terör örgütü PKK ile bir türlü bitmeyen dansı biliniyorken Tahran'ın bu aşırı tepkisi nasıl anlaşılmalı? Yine nükleer konu dahil birçok meselede Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Altun'un işaret ettiği gibi Ankara, Tahran'ın zor zamanlarında uluslararası baskılara göğüs gererek İran halkını desteklemişken neden İranlı siyasetçiler Türkiye'ye yönelik ağır sözler sarf etti? Bu soruların cevabını iki yerde arayabiliriz.
1- Tahran'ın Ankara'nın son yıllarda artan bölgesel nüfuzundan ve geliştirdiği kapasiteden duyduğu rahatsızlıkta. 2- Biden Yönetiminin Ortadoğu politikasının getireceği olası fırsatlardan ve ittifak değişimlerinden duydukları tedirginlikte.
İran yayılmacılığı düşüşte
2016'dan bu yana Türkiye, Suriye'den Irak'a, Libya'dan Doğu Akdeniz ve Dağlık Karabağ'a kadar askeri hamlelerde bulunuyor. Bu hamlelerin bazılarının Rusya ile hem birlikte çalışmayı hem de dengelemeyi getirdiğini biliyoruz. Ancak mesele bununla sınırlı değil. Ankara'nın son yıllarda geliştirdiği çok boyutlu askeri kapasite (SİHA'lar ve eğit-donat başarısı dahil) İran, Suudi Arabistan ve İsrail gibi bölgesel güçlerin de radarında. Sözgelimi 1979'daki devrimden bu yana kurduğu direniş hattı ile bölgesel nüfuz peşinde koşan Tahran, Ankara'nın sadece dört yılda elde ettiği başarılardan tedirgin. En son Dağlık Karabağ'daki zafer 44 günde geldi.
Kafkaslardaki denge Rusya ve ama özellikle İran aleyhine değişti. Tahran'ın onlu yıllarda başardığını düşündüğü şeyleri Ankara'nın birkaç yıla sığdırması bir kıskançlık sebebi. Kaldı ki, Ankara her hamlesinde daha etkin bir performans sergiliyor. Yine Tahran için Türkiye-Azerbaycan iş birliğine İsrail'in de katılması bir kâbus senaryosu. Trump döneminin maksimum baskı politikası sebebiyle İran'ın sadece ekonomisi ağır hasar görmedi. Tahran'ın iddialı bölgesel siyaseti de yıprandı. Kasım Süleymani'nin ABD tarafından doğrudan öldürülmesi yetmezmiş gibi İsrail, sıklıkla Suriye'deki İran milislerini vurdu. Yetmedi; İran'ın nükleer programının başındaki Fahrizade, İsrail Başbakanı Netanyahu tarafından hedef gösterilmesinden iki yıl sonra öldürüldü. Tahran, şimdilerde Biden yönetimi ile nükleer anlaşmaya geri dönmeyi bekliyor. Bunun açacağı fırsat alanı ile tıpkı Obama dönemindeki gibi Yemen'den Suriye'ye yeni bir aktivizmin hayalini kuruyor. Bu beklentilerin çok sorunlu olduğu açık.
Açılım bekleyen İran'ın zorlukları
Biden yönetimi İran ile yeni bir anlaşmanın peşinde olacaksa da bunun balistik füzeleri ve Şii milisleri içermesi gündemde. İsrail ve diğer Körfez ülkelerinin bunun için bastıracağı şüphesiz. Daha önemlisi, İran, Trump döneminin baskısından kurtulsa da Ortadoğu'da denklem değişti. Biden döneminin güç dengeleri Obama döneminden çok farklı. Hatırlayalım, Arap isyanları sonrası Tahran'ın elinde önemli bir koz vardı. 1979 İslam Devrimi sonrası kurduğu direniş hattını güçlendirdi. Suriye'de devrimi bastırdığı gibi, Irak'tan ABD'nin büyük ölçüde çekilmesini sağladı. DEAŞ ile mücadeleyi kullanarak seferber ettiği Şii milisler üzerinden Irak ve Suriye'deki varlığını güçlendirdi. Ancak Trump döneminde bölgesel jeopolitik önemli bir değişime sahne oldu. İran zayıflarken Türkiye ve İsrail güçlendi. Arap ülkeleri Ankara ve Tel Aviv ile yeni ilişki zemini geliştiriyor. İran'a karşı İsrail'in yanında yer alan Arap rejimleri söz konusu. Yeni dönemde bölgesel güçler arasındaki büyük oyun Türkiye, İran ve İsrail arasında. Bu oyunun avantajlısı Ankara. İran eliti milliyetçi duygusallığı ve abartılı umudu bir kenara bırakıp yeni bölgesel jeopolitiğe odaklanmalı.
[Sabah, 15 Aralık 2020].