Türkiye uzun zamandır bir toplumsal değişim ve dönüşüm sürecinden geçiyor. Büyük çaplı değişimlerin tabiatı gereği Türkiye'nin yaşadığı değişim süreci de sıklıkla sancılı ve sıkıntılı bir tabiatta seyrediyor. Değişimin ve dönüşümün sıkıntısı ne kadar büyük olursa olsun, alt-üst edilen yapı olağan dışı bir yapı olduğu için beraberinde normalleşmenin rahatlığını da getiriyor.
Normalleşmeyi en kolay gözlemleyebileceğimiz alanlardan birisi muhafazakâr toplum kesimlerinin artık toplumsal süreçlerden dışlanmamasıdır.
Eskinin norm haline gelmiş fakat aslında olağan dışı olan uygulamaları birer birer ortadan kalkıyor. Türkiye siyasi simge, başörtülü first lady, protokolde başörtüsü tartışmalarını geride bırakarak normalleşiyor. "Kamusal alan" kavramı çok şükür gündelik dilimizi terk etti ve ait olduğu yere sosyoloji ve siyaset bilimi tartışmalarına geri döndü. Ayrımcılık bazı alanlarda hâlâ devam ediyor ama ibadet eden subayların ordudan atılması, bürokratların hatta sokaktaki vatandaşın "gümüş yüzük takıyor" veya "eşi başörtülü" diye fişlenmesi bir norm olmaktan çıktı. Bu gelişmeler bir yandan olağandışılığı ortadan kaldırarak normalleşmeyi sağladığı için kolayca hayat buluyor. Mesela, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın HSYK üyeliğine atadığı hâkimlerden birisinin başörtülü olması, artık iyiden iyiye marjinalleşmiş bazı odaklar haricinde kimse için bir anlam ifade etmiyor ve dolayısıyla bu mesele gündemin bir parçası olmuyor.
Normalleşmeyi başörtüsü gibi uzun zamandır siyasi gündemin bir parçası olmuş meselelerin yanında televizyon ve tüketim gibi gündelik hayata daha yakın alanlarda gözlemlemek de mümkün. Türkiye'nin geride bıraktığı olağandışı dönem, o kadar yapay ve gündelik hayattan kopuktu ki, yerli yapım televizyon dizilerinde anlatılan gündelik hayat neredeyse yabancı yapımlarınki kadar Türkiye'ye uzaktı. Devlet eliyle yürütülen Batılılaşmanın modernlik göstergesi olarak sunduğu kozmetik unsurlar televizyonlarda makbul hayat tarzı olarak yansıtılırdı. Ayakkabıyla girilen evler, boynunda fuları üzerinde robdöşambrı ile gazete okuyan aile babaları sunulan bu yapay ve olağan dışı hayat tarzının en karikatür örnekleridir. Doğal olarak muhafazakâr görünümler ve simgeler televizyonun ekranından evlerimize kolay kolay yansımazlardı. Yansıdıkları ender zamanlarda ise ya cenaze merasimlerinde Kur'an okunurken "usulen" takılan başörtüsü gibi yalıtılmış olarak ya da entrikacı imam tiplemesindeki gibi canavarlaştırılarak yansırdı.
Bu manzaraya dışarıdan bakan birisi sanki bu toplumda hiç "normal" muhafazakâr insan yaşamıyormuş gibi hissedebilirdi. Her gün sabah kalkıp normal insanlar gibi kahvaltı yapan, sıradan bir işi olup çalışan, sevdikleri, eşi, dostu, bir ailesi, komşuları olan, üzülen, kızan, mutlu olan ve heyecanlanan normal yani sıradan insanların gündelik sıradan yaşantıları içinde muhafazakâr görünümler ve simgeler hiç yer almazdı.
Bu eğilim hala belli ölçüde devam etse de ciddi anlamda değişmeye başladı. Artık dizilerde cenaze merasimlerinde değil ama gündelik hayatlarında başörtüsü takan karakterler yer almaya başladı. Namaz kılan insanlar aynen gündelik hayatımızda olduğu gibi televizyon ekranlarında da ana karakter veya ana karakterin yakınındaki kişilerden birisi olabiliyor. Muhafazakâr toplum kesimlerinin televizyonlarda normal insanlar olarak yansıtılmasına paralel olarak reklam verenler ve reklam ajansları da muhafazakârların tükettiğini ve üniversiteye gittiğini keşfetmiş olmalı ki vakıf üniversitelerinden tekstil markalarının reklamlarına kadar geniş bir yelpazede başörtülü karakterler karşımıza çıkıyor. Siyasetin yanında televizyon ve tüketim gibi gündelik hayata daha yakın alanlarda da değişimi gözlemleyebilmek bütün sıkıntılarına ve sancılarına rağmen normalleşmenin kararlı bir şekilde yoluna devam ettiğini gösteriyor.
[Sabah Perspektif, 1 Kasım 2014]