İç savaşın altı yıldır sürmekte olduğu Suriye’de terörün ve istikrarsızlığın ortadan kaldırılması için askeri ve siyasi çabalar devam ediyor. Sahadaki aktörler pozisyonlarını tahkim etmek için en küçük bir köy üzerinde dahi hakimiyetini kurmanın ve coğrafi alan derinliğini korumanın peşinde. Savaş uzadıkça ve taraflar farklı aktörlerle karşı karşıya geldikçe güvenlik tehditlerini yeniden tanımlayarak durumlarını güncellemekte. Bir taraftan DEAŞ ortak güvenlik tehdidi olarak sahanın meşruiyetini sağlarken diğer taraftan tüm aktörler DEAŞ sonrasına hazırlıklı olmanın gayretinde. Aslında Suriye üzerinden yürüyen güç mücadelesinde bölgesel ve küresel aktörler için nihai gelecek perspektiflerini ortaya koyacakları bir dönemin eşiğindeyiz. Elbette bu dönem hem Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde hem de bölgesel düzenin sağlanmasında çok kritik bir viraj olarak karşımızda durmaktadır.
Suriye’de savaşan her aktör hemen hemen birbiriyle sıcak çatışma sınırına sahip olmuş durumda. Geçtiğimiz hafta içerisinde Türkiye’nin el-Bab sonrası Münbiç’e yönelik kararlılığını çok açık bir şekilde ortaya koymasından sonra, aslında bir bakıma beklenen, bu yüzden de fazla şaşırtıcı olmayan gelişmelere şahit olundu. Türkiye’nin ve desteklediği ÖSO’nun Münbiç’e doğru ilerlemesinin önünü kesmek için neredeyse tüm güçler seferber oldu. Rejim güçleri Tadif’in güneyinden PYD’nin elinde tuttuğu Münbiç alanına doğru bir koridor oluşturdu. Ardından Rusya’nın koordinatörlüğünde gerçekleşen anlaşma çerçevesinde PYD Münbiç’in batı tarafını rejim güçlerine devredeceğini açıkladı. Bununla neredeyse eş zamanlı olarak Münbiç’in kuzeyinde ABD askerlerinin nöbet tuttuğu fotoğraflar ve görüntüler servis edildi. Türkiye’den en üst düzeyde yapılan açıklamalarda ise herhangi bir tereddüt veya kararsızlık emaresi gözükmemektedir. Esasında Münbiç ekseninde yaşanan bu gerilim Rakka operasyonun belirsizliğini korumasından kaynaklanmaktadır.
Rakka’nın varisi kim?
DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de kazandığı alan hakimiyeti son zamanlarda oldukça zayıflamasına rağmen Musul ve Rakka gibi şehirlerde hakimiyetini koruduğu görülmektedir. Fırat’ın batısında ise Fırat Kalkanı Operasyonu ile bölgeden tamamen temizlendi. Ancak aynı başarı Fırat’ın doğusu için söz konusu değil. Halihazırda ABD, DEAŞ’a karşı başlatılan her operasyonu bölgedeki aktörleri dizayn etme ve yeniden konumlandırma aracı olarak kullanmaya çalışmaktadır. Musul operasyonu öncesinde yaşanan tartışmaların bir benzerini Rakka operasyonu için de yaşamaktayız. Operasyona kimin, hangi oranda ve ne kadarlık bir kuvvetle katılacağı, kimin saf dışı bırakılarak sahadaki etkinliğinin sıfırlanacağı ve masada pasifize edileceğine yönelik hesaplar yapılmakta. Bu hesaplama hem Irak hem de Suriye’nin geleceğinin temel kodlarını göstermesi bakımından önem arz etmektedir.
Trump’ın kararı
Şurası açıktır ki ABD, coğrafyanın ve demografinin dengelerini kesinlikle göz ardı etmektedir. Musul’da Haşdi Şabi militanlarına alan açan ABD, aynı imkanları devasa askeri yardımlarla PYD’ye sağlamaktan da geri durmamaktadır. Düzenli bir orduda olması gereken birçok silah ve teçhizat PYD’ye ABD tarafından rahatlıkla verilmektedir. Yapılan açıklamalardan Pentagon’un Rakka operasyonunda PYD ile birlikte hareket etmek istediği ve bunu Başkan Trump’a sunduğu raporla aktardığı anlaşılmaktadır. Başkan Trump’ın ise henüz bir karar vermediği ancak vereceği kararın sadece Rakka’nın terörden arındırılması meselesi olarak kalmayacağı açık. Zira Rakka’nın varisinin de belirleneceği ve dolaysıyla siyasi çözüm döneminde bu varisin hak iddia edeceği bir tablo karşımızda durmaktadır. Zaten Münbiç’te bir anda tüm tarafların gerginleşmesi ve odaklarını bu bölgeye kaydırması, DEAŞ hedefinin ve dolayısıyla Rakka’nın ne kadar kullanışlı bir araç olduğunu tekrar ortaya koydu. Bu anlamda terörle gerçekten mücadele etme niyetinde olan aktörlerin de berraklaştığını ifade etmek gerekir. Peki neden PYD-YPG bu kadar korunuyor?
PYD’nin hamisi meselesi
ABD’deki çevrelerce PYD konusundaki itirazları geçiştirmek için ortaya atılan, PYD’nin başka aktörlerle iş tutması daha tehlikeli mealindeki argüman son dönemde fazlaca dillendirilir oldu. Buna göre amaç aslında PYD’yi kontrol altında tutmak ve Suriye’deki istikrarsızlığı beraberce ortadan kaldırmak gibi masum bir tutum. Aslında PYD uygun konjonktür ve şartlar altında herkesle iş tutma potansiyeline sahip olduğunu geçtiğimiz altı yıl boyunca defalarca gösterdi. Terör örgütlerinin temel zihinsel yapısını oluşturan boşluklardan faydalanma ve bu boşluktaki imkanları sunan aktörlerle iş birliği yapmak prensibini her zaman kullandı. Kimi zaman Rusya, kimi zaman Rejim güçleriyle ve son dönemde de ABD ile iş birliği yaparak Suriye kaosundan faydalanmak istedi. Dolayısıyla tam anlamıyla tek bir aktöre bağımlı kalmadan önüne çıkan fırsatları değerlendirmeyi ve hayatta kalmayı önceledi.
Güzergah sınırlaması
Bununla birlikte Fırat’ın batısında çatışmaların yavaş yavaş doğu bölgesine kayması yani PYD’nin etkin olduğu alanlara kadar gelmesi yeni bir evreye geçileceğini göstermektedir. Şüphesiz ki burada yine PYD kendisine alan açan aktör hangisi ise onunla hareket etmekten çekinmeyecektir. Rusya ve rejim güçleriyle Münbiç konusunda varılan anlaşma bunun açık bir göstergesidir. Dolayısıyla bu esnekliği bir pazarlık ve blöf olarak kullanmaya devam edecektir. Bu anlamda ABD’nin tercihini kendisinden yana kullanacağından neredeyse emin gibi davranmaktadır. Halihazırda sahada bu iddiayı destekleyecek onlarca belki de yüzlerce kanıt mevcuttur. Ancak gerek Rusya gerekse de ABD çok kullanışlı bir araca sahip olmanın faydalarından mahrum kalmak istememekte. Dolayısıyla PYD’nin kendi eksenlerinde olması için sürekli olarak beslemekten geri durmamaktadırlar. Afrin-Münbiç hattında rejimin ve Rusya’nın PYD’ye koridor sunmasının izahatı ancak bu besleme ile açıklanabilir.
Fırat Kalkanı harekatı birçok açıdan Türkiye’ye fayda sağladı. Sınırların terör tehdidinden arındırılması konusunda ilk aşama olan Fırat’ın batısı halledildi ve sırada Fırat’ın doğusu var. Türkiye uzun yıllardır terör ile mücadele etmekte ve bu mücadelede Suriye sınırı istikrarsızlaştırıcı bir unsur olarak her zaman hissedildi. Çok fazla detay ve karmaşık analizler yapmaya gerek yok. Sadece terör ile çok fazla anılan Cizre’nin haritadaki konumuna bakılması ve Suriye sınırının nasıl bir çıkıntı ile Cizre’yle bağlantılı olduğunun idrak edilmesi bile başlı başına yeterlidir. Geçtiğimiz yıllar boyunca Suriye hattı boyunca Kobani, Tel Abyad, Kamışlı ve Resulayn bölgelerinin hangisinden daha fazla terör sızıntısı olduğu ortaya konduğunda bu tablo daha açık bir şekilde netleşecektir.
Türkiye’nin terörle mücadelesi her zaman göz ardı edildi ve neredeyse uluslararası hiçbir destek verilmedi. Ortadoğu’yu kasıp kavuran DEAŞ tehdidi karşısında Fırat Kalkanı’nın gösterdiği başarıyı hiçbir aktör gösteremedi ancak başta Batılı liderler olmak üzere bu konuda bırakın tebriği en ufak bir olumlu açıklama dahi yapılmadı. Rakka operasyonu için Türkiye’nin ortaya koyduğu planlar ve yaptığı tekliflere karşı hala cevap verilmiş değil. Bu aynı zamanda Suriye bağlamında bölgesel ittifak ilişkilerini de doğrudan etkileyecek bir aşama olarak görülebilir. Ancak el-Bab sonrası Münbiç’e yöneleceğini ve PYD’nin çekilmemesi halinde vuracağını açıklayan Türkiye’nin hareket alanını daraltmak ve Fırat Kalkanı Operasyonu’nu uluslararası hukuk bağlamında elimine etmek için adımlar atıldığını görmekteyiz. Dolayısıyla Türkiye’yi Münbiç’ten uzak tutmak için tüm yolların kapatılmaya çalışıldığını ve PYD-YPG’yi hedef olmaktan çıkarmak için özel çaba gösterildiğini ifade edebiliriz. Türkiye, terörü kaynağında yok etmedikten sonra bu tehditlerin bitmeyeceğini iyice anlamış durumdadır. Bu bağlamda uygun bir dönemde bu ulusal güvenlik tehditlerinin bertaraf edilmesi için ne gerekiyorsa onu yapmaktan çekinmeyecektir. Her ne kadar Münbiç önünde tampon oluşturulmaya çalışılsa da unutulmamalıdır ki alternatif yollar bulma konusunda bir devlet tecrübesine sahip Türkiye’ye karşı alınması gereken en son tedbir güzergah sınırlamasıdır.
[Star Açık Görüş, 4 Mart 2017].