Türkiye'ye sığınmak zorunda kalan Suriyelilerle devlet görevlileri dışında ilk oturup konuşanlardan birisiyim. Şu günlerde muhaliflerin ele geçirdiği Cisr'eş-Şuğur'da yapmasıyla Türkiye'ye sığınmacı akını hızlanmış ve ihtiyaca binaen Yayladağı'nda bir kamp kurulmuştu. Kampın sakinleri arasında da Cisr'eş-Şuğur'dan kaçmak zorunda kalan birçok Suriyeli vardı. Aralarında akraba Arap halkları, Osmanlı'nın sırtını dayadığı soydaşlarımız "Suriyeli" Türkmenler hatta Alevi ve Hıristiyanlar da vardı. İltica edene kapıları açmak (Acı tek parti deneyimlerini istisna tutarsak) Türkiye'nin tarihi kodlarında var. Dinine, mezhebine, etnisitesine bakmadan kapılar açıldı.
Rejim Haziran 2011'de halka ateş açmayı reddeden askerlere karşı ilk toplu katliamlarından birisini yapmamıştı Cisr'eş-Şuğur'da; aynı zamanda daha sonra durmaksızın devam edecek olan kara propaganda kampanyasını da buradaki katliamıyla başlatmıştı. Hâlâ rejim ve yandaşları Cisr'eş-Şuğur'da öldürülen yaklaşık 120 askerin "silahlı muhaliflerce öldürüldüğünü" iddia eder. Muhalefetin aynı anda 120 asker öldürecek kapasiteye aradan geçen dört küsur senede bile nadiren ulaştığını hesaba katarsak, devrimin ilk günlerinde muhalefetin 120 askeri infaz edebilmesi sadece Esed ve yandaşlarının küçük zihin dünyalarında anlam taşır.
Yayladağı'ndaki kampta bazıları görgü tanığı da olan onlarca Suriyeliden rejimin infazını, askerlerin zulmünü ve ne koşullarda Türkiye'ye sığınmak zorunda kaldıklarını mülteci meselesi daha Türkiye'nin gündemine düşmeden hatta Kılıçdaroğlu'nun Suriye'den üç şehir ismi sayamayacağı bir zamanda dinledim. Ulaştığım sonuç şu oldu: Esed rejimi daha ilk günlerden "yılanın başını" daha büyümeden ezmeye karar vermiş ve şiddeti demokratik gösterileri bastırma aracı olarak seçmişti. Hama'daki gibi "şiddet eğer yeterince kullanılırsa sonuç verir" mantığından hareketle Esed junior da babasının metodunu yol seçmişti.
ESED'E MUHABBET, MÜLTECİLERE NEFRET
Daha sonra her gün yüzlerle devam eden can kayıpları, Banyas'ta veya Duma'daki gibi onlarca toplu infazlar, kimyasal saldırılar, tecavüzler, binlercesi belgelenmiş işkenceler halkı maalesef, Ortadoğu'da coğrafyası ve kültürü itibarıyla yaşanabilecek üç beş ülkeden birisi olan Suriye'den çıkmaya ve komşu ülkelere sığınmaya zorladı. Bu konuda Esed yönetimine "demokrasinin beşiği" gibi yaklaşan Türkiye'deki mezhepçi zihniyet, CHP ve aşırı sol gruplar vb. Esed'in zulmünü meşru güç kullanımı, Suriyelilerin bu zulümden kaçmasını ise keyfi bir seyahat olarak addettiler. Bazıları bir adım daha ileri gidip Esed'in ordusunda savaşmadıkları için mültecileri vatan haini ilan edecek kadar alçaldı.
Şu an görüyoruz ki başta Kılıçdaroğlu olmak üzere bazı siyasetçiler Suriyeli mültecileri seçim malzemesi yapıyorlar. Yabancı düşmanlığında Pegida'ya, NSU'ya rahmet okutuyorlar. Yıllarca CHP'nin zulümlerinden (Kılıçdaroğlu'nun hemşerileri Dersimliler de dâhil) kaçan birçok Türkiyelinin sığındığı yer oldu Suriye. Örneğin şu an "Suriyeli Kürtler" dediklerimizin önemli bir kısmı CHP idaresinin şiddetinden kaçan Türkiyeli Kürtlerdir. O vakitlerde Suriye "Türkiyelileri geri göndereceğiz" deseydi acaba o "mültecilerin" akıbetleri ne olurdu?
[4 Mayıs 2015, Akşam]