SETA > Yorum |
Malum Ortadoğunun Sonu mu

Malum Ortadoğunun Sonu mu?

Aktif, pasif ve çökmüş devletlerin iç içe geçtiği Ortadoğu coğrafyası yeniden şekillenirken Türkiye ciddi sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Çöküş kaçınılmaz olsa bile sürdürülebilir ve barışçıl bir düzenin inşası için çöküş öncesi dönemi iyi analiz etmek gerekiyor

Son zamanlarda neredeyse bütün analizciler Ortadoğu haritasının yeniden şekillendiği konusunda ittifak ediyorlar. Analistlerin bu kanaate varmalarının sebebi, sadece Arap Baharı'yla birlikte başlayan bölgesel 'tektonik değişim' değil. IŞİD'in aynı anda üç devlet içinde gücünü giderek temerküz ettirmesi, Irak başta olmak üzere Suriye'de ve şimdi de Libya'da, çok yakında belki de Ürdün'de, istikrarsızlığın ana kaynağı haline gelerek mevcut ulus-devlet sınırlarını alt üst etmesi Arap Baharı'nın bölgesel düzeydeki revizyonizminin de önüne geçmiş durumda.

Belki şaşırabilirsiniz ancak IŞİD, 'revizyonist jeopolitiğin' devlet dışı taşıyıcılığını yapan en kritik aktöre dönüşmüş durumda. Adeta Ortadoğu'da statüko karşısında revizyonizmin aktif öznesi halinde geldi. Bu yargıyı olumlu bir çerçeve olarak ortaya koymuyorum elbette. Sadece, karşı karşıya olduğumuz 'tarihsel momentin' yıkıcılık ihtimalinin altını çizmek için söylüyorum.

Bu 'yıkıcı imtihan'ı büyük jeopolitik resmin bir parçası olarak okumak tam manasıyla faydasız, faydasız olduğu kadar yanıltıcı ve daha da önemlisi tehlikeli. Zira IŞİD'in bölgesel ölçekte tetiklediği yeni süreçleri öyle ya da böyle uluslararası politikanın büyük resminin bir parçası olarak görerek bunu bir 'öteki' temsili üzerinden tartışmak gözlerimizi yakın zamanda kör edebilir.

Makro değil mikro süreçlere bakmak zorundayız. Büyük jeopolitik resimle uğraşmakla harcadığımız vakti jeopolitik çatışmanın nasıl da yerel ölçekte bir 'hayatta kalma' mücadelesine dönüştüğünü görmek için harcamak zorundayız. Bu, çöküş öncesi son fırsatımız. Çünkü bilindik anlamıyla Ortadoğu bir gün elbette çökecek. Ancak sürdürülebilir barışçıl bir düzenin inşası için çöküş öncesi dönem son derece önemli.

Böylesi bir farkındalık ve bakış açısına belki de Türkiye olarak her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Bu bakış açımı biraz daha açmak isterim.

KAYAN HATLAR

Bölgede, kapasiteleri ve angajmanları dikkate alındığında üç 'cins' ülkeden bahsetmek mümkün. Bunlardan ilki aktif ülkeler grubu. Bu ülkelerin temel özelliği, mevcut süreçlere öyle ya da böyle, askeri ya da politik olarak müdahil olmaları. Bu ülkelerin başında İran, Suudi Arabistan ve Türkiye geliyor. Ancak bu ülkelerinin bölgesel konulara dair ortak bir ajandası yok. Hatta güvenlik öncelikleri birbirinden çok farklı. Suudi Arabistan, İran ile Suriye konusunda rekabet halindeyken, Türkiye ile Mısır konusunda anlaşmazlık içinde. Aynı şey, Türkiye ve İran için de geçerli. Bu üç ülkenin hiçbiri tek başına bölgesel siyaseti dönüştürecek konumda değil. Aslında hiçbir aktör, ABD dahil, tek başına bunu yapacak durumda değil. En önemlisi de, Ortadoğu'nun yakın geleceğini etkileyecek 'üç etno-sekteryan hat' bu üç ülkeyi hem aktif hem de bir anda yönetilemeyecek bir sürecin içine sokabilir. Şii hattı İran'ı, Sünni hattı Suudi Arabistan'ı, Kürt hattı da Türkiye'yi. Belki de tehlikeli olan bu üç hattın birbirini yok edeceği yeni bir çatışma kuşağını oluşturmaları. Bunun emareleri hali hazırda görülmeye başladı.

İkincisi ise pasif ülkeler grubu. Bu grupta yer alan ülkeler kendi tehdit algıları ve güvenlik öncelikleri gereği genellikle bölgesel ittifak sistemine eklemlenerek hayatta kalmaya ya da küresel bir garantörle iş tutarak hareket etmeye çalışıyor. Başta Ürdün olmak üzere küçük Körfez ülkelerini bu grubun içine dahil etmek mümkün. Mısır'ın bu grubun içine dahil edilmesi hem mümkün hem de yanıltıcı olabilir. Son Libya müdahalesi Mısır'ın aktif bir rol arayışının göstergesi olarak okunabilir.

Mısır, IŞİD konusundaki hassasiyeti kullanarak hem uluslararası toplumun desteğini arkasına almaya çalışıyor hem de General Hafter'i Trablus hükümetine karşı güçlendirmiş oluyor. Böylece Sisi, kendisini 'teröre karşı küresel savaş' ittifakının içinde bir şekilde konumlandırarak kendisi ve de Hafter özelinde 'yeni bir rejim tipi'nin temsilini bölgeye ve uluslararası topluma öneriyor. Bunun hem Libya'yı hem de Mısır'ı tehlikeli bir sona götürdüğü ise oldukça açık.

ÇÖKMÜŞ DEVLETLER

Üçüncü grup ise çökmüş devletlerden oluşuyor. Bu ülkelerin temel özelliği ise bölgesel sistemdeki krizin sürekli yeniden üretilmesi için bir zemin (kaynak) oluşturmaları. Giderek daha büyük bir 'kara deliğe' dönüşen bu ülkeler iç savaş ve etno-sekteryan çatışmanın merkezi durumundalar. Bu ülkelerin başında Suriye, Irak ve Libya geliyor. Bu üç ülkenin 'üniter bir yapıyla' devam edip edemeyeceği ise hâlâ ucu açık bir mesele olarak ortada duruyor.

Bu iç içe geçmişlik hali yakın gelecekte hem Ortadoğu haritasının şeklini belirleyecek hem de bizi ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakacak cinsten. IŞİD faktörünün bu sorunun boyutunu ve kapsamını belirleyeceği ise oldukça açık. Bundan sonra en temel derdimiz, IŞİD'in kolektif bir fenomene ve aidiyete dönüşüp dönüşemeyeceği.

Bu sorunun yakıcılığına Türkiye olarak hazırlıklı olmamız gerekiyor.

[Sabah Perspektif, 21 Şubat 2015]