15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ ile mücadelede neredeyse bir yıllık süre geride kalmıştır. Bu mücadelenin en önemli sacayağını ise devlet kademelerine sızmış olan FETÖ mensubu kamu görevlilerinden devletin arındırılması oluşturmaktadır. Hemen darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve bu kapsamda yürürlüğe konulan tedbirler, söz konusu arındırmanın hukuksal altyapısını oluşturmuştur.
Arındırmanın hukuki çerçevesi OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleriyle (KHK) çizilmektedir. Bu KHK’lar ile FETÖ mensubu olduğu kesinleşenler veya FETÖ ile ilişkisi, irtibatı veya iltisakı olduğundan şüphelenilenler kamu görevinden uzaklaştırılmaktadır. Ancak üzerlerindeki şüphe veya suç isnadı ortadan kalkanlar da aynı KHK’lar ile geri dönme imkanına sahiptir.
Geçtiğimiz ocak ayında Resmi Gazete’de yayınlanan 685 sayılı KHK, FETÖ ile mücadelenin hukuki boyutunu, önemli bir kurumsal düzenleme ile yeniden şekillendirmiştir. Bu düzenleme Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun kurulmasıdır. Kısa bir süre içinde faaliyete geçecek olan komisyon, FETÖ şüphelilerinin başvurularını değerlendirerek gerektiğinde tekrar görevlerine iadelerini gerçekleştirecektir. Aynı zamanda komisyon kararlarına karşı yargı yolu açık olacaktır.
Bugüne gelen süreçte atılan bu adımlar ulusal boyutta FETÖ ile mücadelede çok ciddi aşamaların kaydedilmesini sağlamıştır. Zaman zaman bunların meşruiyetini zayıflatmak için FETÖ mensuplarının çeşitli propaganda mekanizmalarını hayata geçirmeye çalıştıkları açıktır. Özellikle uluslararası kamuoyunu etkileyerek arındırma sürecinin hukuk devleti ve insan hakları ihlallerine yol açtığı şeklindeki söylemini devreye sokma girişiminin örneklerini, halen sürmekte olan FETÖ/Darbe soruşturmalarında ve davalarında gözlemlemek mümkündür. Gelecekte bu çabanın artarak devam edeceği de aşikardır. Bu çerçevede FETÖ’nün bel bağladığı yerlerden biri de AİHM’dir. AİHM’den çıkabilecek bir hak ihlali kararının devletin yürüttüğü mücadeleyi sekteye uğratmasını ümit etmektedir. Geçtiğimiz hafta ülke gündeminin önemli başlıklarından olan iki AİHM kararı, devletin FETÖ ile mücadelesinin haklı/meşru zeminine işaret etmesi açısından dikkat çekicidir.
Aslında bunlardan Karapetyan ve diğerleri v. Ermenistan kararı (Başvuru no. 59001/08) 17 Kasım 2016 tarihli nispeten eski bir karardır ancak FETÖ ile mücadelede AİHM’in yaklaşımına dair önemli ipuçları vermektedir. Diğer karar ise 12 Haziran’da AİHM tarafından açıklanan Köksal ve diğerleri v. Türkiye kararıdır (Başvuru no. 70478/16). Bu karar, Karapetyan ve diğerleri’nden farklı olarak bizzat 15 Temmuz Darbe teşebbüsü sonrası görevinden uzaklaştırılan bir öğretmenin başvurusu sonucu alınmıştır. Başka bir ifadeyle doğrudan bir FETÖ şüphelisi tarafından yapılan başvuru sonrası verilmesi ve bundan sonra AİHM’e gidecek FETÖ başvuruları için pilot (emsal) bir karar olması nedeniyle önemlidir.
Kamuda sadakat şartı
Karapetyan ve diğerleri kararı, Ermenistan Dışişleri Bakanlığında görev yapan dört kamu görevlisinin AİHM’e yaptıkları bir başvuru sonrası verilmiştir. Dışişleri Bakanlığında görevli olan Vladimir Karapetyan, Martha Ayvazyan, Araqel Semirjyan, ve Karine Afrikyan 2008 yılında Ermenistan’da gerçekleşen devlet başkanlığı seçimlerine dair yaptıkları açıklamalar dolayısıyla görevlerinden uzaklaştırıldıklarını gerekçe göstererek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinin yani ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası ile AİHM’e başvurmuştur.
AİHM, önüne gelen başvuruya ilişkin yaptığı değerlendirmede, bir anlamda kamu görevlilerinin devlet ile olan ilişkilerinin çok önemli iki özelliğine vurgu yaparak kamu görevlileri ile devlet arasında var olan sadakat ve güven ilişkisinin özellikle çoğulcu kurumlar yaratmak isteyen devletler açısından önemli olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla devletin kamu görevlilerinin tarafsızlığını sağlamak için başta anayasal olmak üzere çeşitli düzenlemeleri yapabileceğine işaret ederek, başvurucuların ifade özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasını reddetmiştir.
Önce iç hukuk yolları
Köksal ve diğerleri kararı, FETÖ ile mücadelenin ulusal olduğu kadar uluslararası kamuoyu boyutu açısından da önemli kabul edilmelidir. Zira FETÖ mensuplarının ve FETÖ şüphesi ile yargılanan kişilerin iç hukuk yolları sonrası başvurmaları olası bir diğer mekanizma AİHM’e bireysel başvurudur. Dolayısıyla mahkemenin bundan sonraki başvurularda nasıl bir tutum sergileyeceğini ortaya koyması noktasında kritik bir karar olarak öne çıkmaktadır.
Karara konu olan başvuru, bir ilkokulda öğretmenlik yapmaktayken, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 21 Temmuz’da ilan edilen OHAL çerçevesinde bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile meslekten ihraç edilen Gökhan Köksal tarafından yapılmıştır. Başvurucu, AİHS kapsamında “adil yargılanma hakkı”nın, “kanunsuz ceza olmaz” ilkesinin, “özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı”nın, “ifade özgürlüğü”nün, “toplantı ve dernek kurma hakkı”nın, “etkili başvuru hakkı”nın ve “ayrımcılık yasağı”nın ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
İki kararın düşündürdüğü
AİHM, yapmış olduğu değerlendirmede başvurucu henüz Türkiye’de başvurması gereken hukuk yollarını tüketmediği için başvurunun kabul edilemez olduğu sonucuna varmıştır. Kararda işaret edilen bu husus önemlidir. Zira AİHM, 685 sayılı KHK ile kurulan Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun denetimini tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olarak kabul etmiştir. Böylece OHAL KHK’ları ile gerçekleştirilen arındırma sürecine yöneltilen önemli eleştirilerden biri olan “Kamu görevinden ihraçlara karşı yargı yollarının kapalı olması” iddiasının, AİHM tarafından bir ihlal olarak değerlendirilmediği söylenebilir. AİHM kararında “Yürütme erkinin OHAL kapsamında yürürlüğe giren KHK’larla uygulamaya konulan tedbirlerin yargısal denetimine ilişkin olarak ulusal yargı organlarının yetkisi konusunda ortaya çıkan tartışmaya son verdiği” açıkça ifade edilmektedir. Bunun en önemli nedeni ise Komisyon kararlarına karşı idare mahkemelerinde iptal davası açılabilecek olmasıdır. AİHM tarafından başvurular için idare mahkemesinin de nihai yargısal makam olmadığı, sonrasında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolunun da açık olduğu belirtilmektedir.
Hem “Karapetyan ve diğerleri v. Ermenistan” hem de “Köksal ve diğerleri v. Tükriye” kararı Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesini AİHM içtihatları açısından da destekleyen kararlar olarak öne çıkmaktadır. Karapetyan ve diğerleri, kamu görevlilerinin devlet hiyerarşisi dışında herhangi bir güç odağından emir ve talimat alamayacağını, bunun bir hak ve özgürlük kategorisi ile koruma altında olmadığını gösteren bir emsal karar olarak, devlete sızan FETÖ mensuplarının bu çerçevede bir koruma görmesinin mümkün olamayacağı sonucuna bizi ulaştırmaktadır.
AİHM’in Köksal ve diğerleri kararı ise sürmekte olan FETÖ ile mücadelenin ulusal hukuk çerçevesindeki meşruiyetini tasdik etmektedir. Bu kapsamdaki uygulamalara karşı ileri sürülen ihlal iddialarında AİHM kendini yetkili görmemekte, başta OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu olmak üzere diğer iç hukuk yollarını işaret etmektedir. Ancak burada bir parantez açmak gerekmektedir. Zira AİHM, bu yolların tüketildikten sonra başvurucuların şikayetlerine ilişkin nihai denetim yetkisini saklı tuttuğunu da ifade etmektedir. Ayrıca OHAL İşlemleri Komisyonu’nun etkili ve gerçek anlamda işleyen bir yol olup olmadığını da bu çerçevede inceleyebileceğini belirtmektedir.
Sonuç olarak bugün için FETÖ’nün propaganda araçlarından biri olarak kullanmayı planladığı AİHM, verdiği bu kararlarla FETÖ’nün planlarını suya düşürmüş gözükmektedir. Fakat bu durumun geçici olduğu unutulmamalı, gelecekte FETÖ’ye tekrar böyle bir imkanının verilmemesi için ulusal hukuk yollarımızın evrensel standartlar çerçevesinde FETÖ ile mücadelenin haklı zeminini koruyucu uygulamalarını sürdürmesi bir zorunluluktur.
[Star Açık Görüş, 18 Haziran 2017].