SETA Avrupa Direktörlüğü Araştırmacısı Kazım Keskin ile bu belirsizlikler içindeki AB, Çin ve AB'nin pozisyonlarını konuştuk.
Dünyada yaşanan gerilimi, özellikle ABD-Çin çatışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyanın neredeyse hemen her noktasında gözlemlediğimiz gerilimin temel sebebi aslında bir nevi kartların yeniden dağıtılmasının bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir. ABD tarafından Soğuk Savaş ertesinde oluşturulmaya çalışılan tek kutuplu dünya düzeni, Çin'in engellenemeyen yükselişi, Rusya'nın yeniden toparlanması, Hindistan, Türkiye ve Almanya gibi ülkelerin eskisi gibi otomatik olarak ABD'ye boyun eğmeye teşne politikalar izlemeyi bırakmaları gibi nedenlerden dolayı başarısızlığa uğramış görünüyor.
ABD liderliği kaybettiğini anladı mı?
Geçen zamanın kendi aleyhine geliştiğini fark eden ABD, elitlerinin bu durumu engellemek, mümkün değilse geciktirmek amaçlı politikalar geliştirmeye çalıştıkları da görülmekte. İşte ABD-Çin, ABD-AB, ABD-Türkiye, ABD-Rusya, ABD-Almanya ve ABD-Hindistan gerilimlerine bu gözle baktığımızda ABD tarafının düşüşü durdurmaya karşıtlarının da hızlandırmaya yönelik arayışlar içinde oldukları anlaşılıyor. Pek tabii ki kesinlikle söylenebilecek olan tek şey, söz konusu sürecin ne ABD için ne de karşıtları için sancısız geçmiyor ve geçmeyecek olması iken, sonuç hakkında yorum yapmak ise mümkün olamamaktadır.
AB'nin, bu gerilim karşısındaki tavrını nasıl buluyorsunuz?
AB, dış politika mekanizmalarındaki zafiyetini gideremediği için ABD karşısında zayıf konumda bulunmakta. ABD'nin, 2. Dünya Savaşı sonrası düzende kendisine sağlamış olduğu askeri, siyasi ve ekonomik korumacılık kalkanının bir anda kalkması ya da ücretli hale gelmesi karşısında büyük bir şaşkınlık yaşayan AB elitleri, ABD'nin AB içindeki müttefikleri sebebiyle ABD'ye karşı ortak politika belirleyemedikleri için de zor durumda görünüyorlar.
AB, ABD'den uzaklaşmak mı istiyorlar?
Avrupa Birliği, ABD'nin bu tavrından hoşnut değillerken alternatif olarak Çin'in ya da Rusya'nın da dünya siyasetinde etkin olmasından da pek memnun değiller. Bununla birlikte ABD ile birlikte birçok AB ülkesinin karşı çıkmasına rağmen Kuzey Akım-2 Projesinde Almanya'nın Rusya ile işbirliğini sürdürmeye devam etmesi de hem AB'nin bir siyasal birlik olma özelliğini rafa kaldırır nitelik taşımakta. Konjonktürel de olsa ABD yanlısı AB ülkelerinin sayısının giderek artmasına yol açmaktadır.
TRUMP'SIZ ABD
AB-ABD arasındaki tutum değişir mi?
AB-ABD arasındaki ilişkilerin düzelmesinin yolu olarak AB liderlerinin umudu Trump'ın ABD Başkanlığı'ndan uzaklaşması olarak görünmekteyse de aslında bundan sonraki tüm ABD başkanlarının aynı politikayı sürdüreceklerinden kuşku duymak için pek fazla neden bulunmamakta. Demokratların olası seçim zaferinde ise AB-ABD ilişkileri bağlamında sadece taktiksel ve söylem bazında yumuşama mümkün görünse de temel politikalarda bir değişimin zor olduğu söylenebilir. Velev ki AB ABD'nin tüm şartlarını kabul etsin.
AB'nin içinde her geçen gün yükselen aşırı sağ ve ırkçılığa neler neden oluyor?
Dünya siyasetinde yaşadığımız gerilimin ülke iç siyasetlerinde de yansıması olması kaçınılmazdır. Her ne kadar AB diye bir siyasal yapıdan bahsediyorsak da aslında pratik olarak yekpare bir yapının da ortada bulunmadığını söylemek gerek. Bu nedenle AB içindeki aşırı sağcılık ifadesi genellemeci bir ifade olmaktadır. Daha doğru olarak AB ülkeleri olan Almanya'da, Avusturya'da, Fransa'da, Hollanda'da, Belçika'da ve İtalya gibi ülkelerde aşırı sağcı ve ırkçı hareketlerin yükselişinden söz etmek mümkündür. Bununla birlikte tıpkı şimdiki AB düzeninin taşıyıcı siyasal çevrelerin ortak bir AB siyasal yapısı oluşturma çabaları gibi AB içindeki legal ya da illegal aşırı sağcı ve ırkçı politik parti ve çevrelerin de benzer bir tutumla ortaklaşma çabalarına şahit olmaktayız.
YENİ DÜŞMAN MÜSLÜMAN VE TÜRK
Sağcılaşma ve ırkçılık derin AB'nin planı mı?
İkinci Dünya Savaşı ertesinde büyük ölçüde ABD desteği ve teşviki ile başarılamayan AB siyasal konstrüksiyonunun şimdi İslam, Müslüman ve Türkiye karşıtlığı üzerinden başarılıp başarılamayacağını zaman gösterecek. İşte aşırı sağcı ve ırkçı çevrelerin de bir araya gelerek ortak bir Avrupa kimliği altında örgütlenebilmeleri için Müslümanları ötekileştirmeye ihtiyaç duymaları bu hareketlerin en büyük motivasyonlarıdır. Bunun dışında özellikle 2015 yılında yüzbinlerce mültecinin Avrupa kıtasına ayak basması, 2009 yılından itibaren Avrupa'da hissedilen ekonomik kriz vb. meseleler kanımca tali sebepler olup aşırı sağcı ve ırkçı çevrelerin arkalarındaki siyasal rüzgarı artırmalarına hizmet etmiştir; bu rüzgarı var etmemiştir.
Dünyada yaşanan gerilimde, Türkiye- ABD arasındaki çatışmalar göz önüne alınınca yeniden AB-Türkiye ilişkisi yeni bir modelle şekillendirilebilir mi?
Aslında mantıksal olarak ABD ile sürtüşme halindeki bütün çevrelerin bir araya gelmesi gerekir gibi düşünmek mümkünse de uluslararası ilişkilerin doğası gereği siyasal yapıların birbirlerine karşı mutlak güven ilişkisi geliştiremiyor oluşları söz konusu olası ittifakları dışarıdan görüldüğü gibi kolay gerçekleştirilebilir kılmıyor. Bunula birlikte Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde şu andaki düzeyden daha alt seviyeye düşmek için de konjonktür hiç müsait görünmemekte. Yani her iki taraf da ortak rakipleri olan ABD karşısında en azından daha avantajlı olabilmek için asgari müştereklerde bir araya gelme başarısını göstermeli, ABD ile birbirlerinin ihtilaflı olduğu konularda AB'nin yanında yer alır bir söylem geliştirmemelidir. Bu konuda olumsuz örnek olarak Türkiye ile ABD arasındaki S-400/F-35 çekişmesinde Almanya hükümet sözcüsü tarafından yapılan talihsiz açıklamayı gösterebiliriz.
[Takvim, 16 Haziran 2019, Röportaj: Ali Değirmenci].