İran’daki protestoların arkasında yatan sebepleri, protestocuların taleplerini, Tahran yönetiminin tavrını, protestoların muhtemel geleceğini ve bu ülkeye etkilerini Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen İran uzmanlarından değerlendirmelerini istedik. Uzmanlar Cevaplıyor çalışmasının bu bölümünde İran uzmanlarının bu konudaki değerlendirmelerini sunuyoruz.
Hazırlayan Mustafa Caner
Uzmanlar Barbara Slavin Hakkı Uygur Pouya Alimagham İsmail Sarı Giorgio Cafiero Serhan Afacan
Hakkı Uygur İran Araştırmaları Merkezi (İRAM)
İran’da daha önce de benzer gösteriler, protestolar oldu; ilk defa olmuyor, sık sık karşımıza çıkan bir durum. Bunu birçok kez hem biz hem başkaları vurguladı yani demokratik taleplerin iletilebileceği kanallar çok sınırlı, demokratik siyasetin yolları kapalı. Bu durum da toplumsal gösterilere zemin hazırlıyor. Bu bağlamda seçimlerde hile yapıldığı iddiası, zam oranları, üniversitelerde yaşanan birtakım olaylar ve kamu vicdanını yaralayan son olaydaki gibi hadiseler insanları sokaklara dökebiliyor.
Olaylar üçüncü haftasına girdi yani ciddi bir süredir devam ediyor. Her ne kadar kitlesel katılım halen düşük olsa da çok fazla alana yayıldığını ve farklı kesimlerin katıldığını görüyoruz. En son üniversite öğrencilerinden sonra artık lise öğrencilerinin de bu eylemlerde yer aldığına tanık oluyoruz; bunlar elbette önemlidir. Tabii halen, şu an için bile devletin gösterileri bastırabilecek gücü/imkanı mevcuttur.
Dikkati çeken bir husus Ali Hamaney’in yaptığı son konuşma çok yetersizdi. Yani on yıl önceki konuşmaların neredeyse aynısını tekrar etti ve yine sokaktakileri suçladı. Yine “Ben devrimden önce Belucistan’da sürgünde bulundum, Beluç halkını severim” dedi. Yani Hamaney’in siyasi kavrayışı zayıflamış görünüyor. Elli yıl önceki Belucistan şartlarıyla bugünü kıyaslaması ilginç oldu. Dolayısıyla sanki ne olup bittiğine çok vakıf değildi. Bildiğimiz ithamları sıralayarak göstericiler için “Kur’an yaktılar, cami yaktılar” tarzı ifadeler kullandı. Halbuki göstericilerin çok temel, basit gerekçeleri vardı ve halen insanlar sokakta öldürülüyor. Ölü sayısının 100’e yaklaştığı söyleniyor; bu çok önemli.
Meslek grupları, grevler eğer yayılırsa –şu anda bu tür toplu tepkiler yalnızca Kürt bölgesinde var– ve bunlar Tahran’a veya petrol üretim tesislerine yansırsa durumun vahameti büyür. Çünkü –yine hep yazıldı çizildi– İran’da bütün toplumsal grupların, bütün sosyolojik grupların çok ciddi, on yıllardır çözülmeyen sorunları var ve insanlar geleceğe baktıklarında bir umut da göremiyor. Bu yüzden İran, dünyada beyin göçünün en yüksek olduğu ülkelerden biri. Bunun için nüfusun yaklaşık onda biri yurt dışında yaşıyor. Bu umutsuzluk farklı grupları sokağa dökerse ve birleştirirse yani bugünkünün dışında profesyonel muhalifler ile birtakım Kürt örgütleri, Halkın Mücahitleri gibi veya eyleme çok müsait üniversite gençliği gibi kesimler değil de diğer sıradan kesimler de sokağa çıkarsa o zaman iş gittikçe ciddileşir ve gördüğümüz kalabalıkların sayısı da artar. O zaman işler kontrolden çıkabilir. Ama Tahran yönetiminin herhangi bir esneklik gösterebileceğini düşünmüyorum. Hamaney’in konuşmasından da bunu anlıyoruz. Son derece sorunu anlamamazlıktan gelen bir tutum içindeydi. Dolayısıyla yönetimin aynı şekilde protestoları bastırmaya devam edeceğini düşünüyorum.
Pouya Alimagham Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Tarih Bölümü
13 Eylül 2022’de “ahlak polisi” Mehsa Emini’yi “uygunsuz şekilde” başını örttüğü için tutukladı. Emini’nin tutuklanması ve ardından üç gün sonra –şüphesiz tutuklanmasından kaynaklanan– ölümü hükümet karşıtı protestoların son turunun fitilini ateşledi. Ancak tutuklanmasıyla ilgili tartışmaların çoğunda eksik olan nokta başörtüsünün bu “uygunsuz” halinin devlet için neyi simgelediğidir.
Görünüşte devletin zorunlu kıldığı başörtüsünün amacı bu tür mütevazı bir kıyafetle bir “ahlaki toplum” oluşturmaktır. Kıyafet kuralları hem erkekler hem de kadınlar için geçerli olsa da özellikle kadınlar için daha zorlayıcıdır. Sorun şu ki başka yerlerde olduğu gibi İran’da da kadınlar kendi bedenleriyle ilgili konularda denetim altına alınmak istemiyor. Sonuç olarak birçok kadın hem zorunlu kıyafet kurallarına hem de devlete karşı gelmenin bir biçimini de gösterecek şekilde başörtüsünü takıyor yani kadınlar aslında siyaseti kuşanıyor. Devlet de bunun farkında ve bir kadının kılık kıyafetiyle yaptığı bu siyasi açıklamayı anlıyor. Aynı şekilde Emini’nin tutuklanmasının siyasi bir tarafı var: Emini muhtemelen sadece kıyafet kurallarını ihlal eden biri olarak değil aynı zamanda devlete karşı siyasi bir muhalif olarak telakki edilmiştir.
Tutuklanmasının ve ölümünün protestocularda yankı uyandıran bu yönleri, protestoların yalnızca kıyafet yönetmeliğine itiraz etmekle ilgili olmadığını aynı zamanda bu tür kıyafet kurallarını ilk etapta zorunlu kılmayı ve yürürlüğe koymayı üstlenen devlete –ve devletin aciz düşerek başarısız olduğu diğer her şeye– karşı olduğu anlamına geliyor. Başka bir deyişle protestolar zorunlu başörtüsünden çok daha fazlasını; cinsiyet eşitsizliği, yolsuzluk, ekonomik kötü yönetim, enflasyon sarmalı, şeffaflık ve hesap verebilirliğin yokluğu, siyasi baskı ve ülkenin genel güvenlikleştirilmesi gibi daha büyük siyasi şikayetleri kapsıyor. Bu protestoları 2019, 2017-2018, 2009 ve öncesindeki öncüllerine bağlayan işte bu sorunlardır.
İsmail Sarı Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi; ORSAM
16 Eylül’de Mehsa Emini’nin ölümüyle başlayan İran’daki son protestolar özellikle cinsiyet, din ve etnik köken temelinde kesişen baskı biçimlerine karşı verilen bir mücadele olarak okunabilir. Ana sloganı “kadın, yaşam, özgürlük” olan protestolara yetkililerin tehditlerine rağmen üniversitelerin açılmasıyla öğrenciler de katıldı. Şaşırtıcı olan kadınların bu protestolardaki rolü ve liderliğidir. Zira İran’ın geleceğinde bu rolün İranlı kadınlar tarafından oynanacağına inanan çok sayıda entelektüel vardı. Çünkü Kürtlerin, diğer etnik azınlıkların, Sünnilerin vb. baskı altında olduğu doğru olsa da kadınlar mevcut rejim altında İran’daki diğer tüm gruplardan çok daha fazla baskıya maruz kaldı, mağdur durumda ve eril tahakkümle her gün yüz yüzeler. Emini’nin Kürt kökenli bir kadın olması sebebiyle protestolar önce İran’ın Kürt vilayetlerinde başladı. Ardından Tahran’a sıçradı ve sonrasında Tebriz’e, Hemedan’a ve Meşhed’e uzandı. Son olarak da şaşırtıcı bir şekilde rejimin kalbi sayılan Kum’da protestolar yaşandı.
İran rejimi bu sosyal hareketleri Emini’nin ölümünü kötüye kullanan içeride ve dışarıdaki devlet düşmanlarının bir komplosu olarak görmek istese de ülkedeki uzun süredir devam eden sosyolojik gerilim, halkın hoşnutsuzluğu ve siyasal uzamdaki daralma herkesçe bilinmektedir. Patlama için sadece bir tetikleyici bekleniyordu; o da Mehsa Emini oldu. Tahran yönetimi savunmacı bir refleks göstermek yerine yirmi iki yaşında genç bir kadının ölümünden duyduğu üzüntüyü paylaşarak tepkileri kontrol edebilirdi. Aslında bu durum rejimin halkına yabancılaştığını da gösteriyor. Demek istediğim Devrim Rehberi Ali Hamaney temsilcisini aileye başsağlığına göndermek yerine çıkıp kendisi ailenin üzüntüsünü paylaştığını söyleseydi protestolarda onlarca insanın daha ölümünü engellemiş olurdu. Ama böyle yapmadı çünkü rejim halkını –tüm otoriter rejimler gibi– baskıyla kontrol altında tutabileceğine inanıyor.
Belki burada sorulması gereken bu protestoların dört yıl öncekilerden farkının ne olduğudur? İran’ın ünlü entelektüeli Sadık Zibakelam’ın belirttiği gibi son protestoları önceki protestolardan radikal bir şekilde ayıran birkaç nokta vardır. Birincisi protestoların çok yaygın olması ve öncekilerin aksine Tahran, İsfahan ve Şiraz gibi büyükşehirlerde de yaşanmasıdır. İkincisi gençlerin katılım derecesi ve üçüncüsü de İranlı kadınların oynadığı öncü roldür. Aralık 2018’de Meşhed’de ülkedeki yolsuzluk, hayat pahalılığı ve işsizlik gibi sorunları halkın protesto etmesiyle başlayan, kısa sürede taşra şehirlerine yayılan eylemler ile Kasım 2019’da benzine yapılan zamlarla Ahvaz, Hürremşehr, Bircend, Meşhed, Geçsaran, Sircan, Bender Abbas, İsfahan ve Şiraz kentlerinde yapılan protestolar benzer mahiyetteydi ve kitleselleşmeden kısa sürede sona erdi.
Anlaşılan o ki İran’da “özgürlük arayışı” ekonomik sorunlardan daha çok kitleleri harekete geçiren bir faktördür. Mehsa Emini’nin ölümü ise kamusal vicdanı yaralarken kitlelerde rejime karşı birikmiş öfkenin sokaklarda yeniden patlamasına neden olmuştur. Bu protestolarda gördüğümüz şey gençlerin ve özellikle de kadınların direnişidir. Sokaklarda gördüğümüz güvenlik güçlerine karşı direnişi rejime karşı direniş olarak okumak lazım zira genç nesil artık susmak istemiyor.
Serhan Afacan Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü
İran, hasmane ilişkiler içinde bulunduğu ABD ile yıllardır devam eden müzakerelerde sergilediği esnekliği kendi kamuoyunun artan bir bölümünün talepleri konusunda göstermiyor. Ülkede siyasal katılım, şeffaf yönetim, bireysel özgürlükler ve kültürel haklar gibi konularda farklı kesimler tarafından uzun süredir dillendirilen taleplerin karşılanmamasından kaynaklanan öfke ise giderek artıyor. Dahası ülkede kronik bir hal alan hayat pahalılığı toplumsal öfkeyi körüklüyor olsa da ekonomik gerekçeler toplumsal şikayetlerin yegane kaynağı değil. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi İran’da da yeni nesiller ekonomik beklentilerini düşürseler de hak ve özgürlük alanlarının daraltılmasını kabullenmiyor. Tabiatıyla bu konunun doğrudan muhatabı da ülkedeki hakim siyasal yapının kendisidir.
Mehsa Emini’nin ahlak polisi tarafından gözaltına alınmasının ardından ölmesi sonrasında yaşanan olaylarda da görüldüğü üzere artık herhangi bir vesileyle patlak veren protestolar süratle rejimi hedef alacak noktaya geliyor. Her ne kadar ülkedeki siyasal sistem gereği –daha öncekilerde olduğu gibi– yaşanan son protestolar da liderlikten yoksun olduğu ve yetkililer protestocuların organize olmasını engellemek adına her türlü tedbiri aldığı için etkisini yitirecek olsa da toplumsal öfke artarak devam edecektir. Zira İran’da sorun başta Anayasa olmak üzere yürürlükteki yasal düzenlemelerden kaynaklanmaktadır. Sınırlı bir açılımın bu sorunu kalıcı şekilde gidermesi ise mümkün değildir.
1979’da yürürlüğe girmesinin ardından İran Anayasası’nda yalnızca bir defa –1989’da ve o da yönetim yapısını daha işlevsel hale getirmek için– değişiklik yapıldı. Geride kalan yıllar boyunca Anayasa’nın toplumsal talepleri yeterince dikkate almayacak şekilde dar bir bakış açısıyla yorumlanması ve yürürlükteki İslami Ceza Kanunu’nun işletilme şekli eleştiri konusu oldu. Ülkedeki ahlak polisi bu kanunu işletme mekanizmalarından biridir. Her ne kadar İran’da uzun süredir örtünme konusunda fiili bir esnekliğe gidilmiş olsa da Emini olayında görüldüğü gibi gerek ahlak polisi gerekse İyiliği Emretme ve Kötülükten Sakındırma Kurumu ve Besic Teşkilatı gibi yapılar baskıcı tavırlar sergileyebilmektedir. Bu nedenle ülkede artık sınırlı bir açılım uzun vadeli sonuç vermeyeceğinden er ya da geç kapsamlı yasal düzenlemelerin yapılması gerekecektir. Rejimin mevcut yapısının korunarak bunun nasıl yapılacağı ise en az reformistler kadar ülkede gerçek gücü elinde bulunduran muhafazakarları da ilgilendiren bir meseledir. Bunu gerçekleştirecek doğru yöntem bulunamadığı sürece İran sokakları el yükseltmeye devam edecektir.