Son haftalarda Alman Şansölyesi Olaf Scholz ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında Avrupa enerji krizinin üstesinden gelinmesi ve Avrupa savunmasının yetersizliğinin aşılması konularında büyük fikir ayrılıkları yaşanıyor. Bu farklılaşma iki ülkenin yükselen Çin ile başa çıkmak için en iyi yaklaşımın ne şekilde olması gerektiğine dair fikir ayrılıklarını da ortaya çıkarmıştır.
Öyle ki geçen hafta Fransa’nın Fontainebleau kasabasında yapılması planlanan bir Fransız-Alman kabine toplantısı ortak bir bildirgede buluşulamaması nedeniyle Ocak’a ertelendi. Bilinmesi gerekir ki söz konusu görüşme iptal edilen ilk toplantı değildi. Scholz ve Macron 9 Eylül’de Fransa eski Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün meşhur konuşmasının 60. yıl dönümü için Ludwigsburg’da buluşacaklardı. Ancak farklı sebepler ortaya atılarak bu görüşme gerçekleşemedi. Bu yaşananlardan sonra 26 Ekim’de Macron ve Scholz Paris’te sonunda baş başa bir görüşme gerçekleştirebildi. Lakin kulislerde görüşmenin kötü geçtiği konuşuluyor. Öyle ki ikili arasındaki görüşmelerden sonra rutin olarak gerçekleştirilen basın toplantısı dahi yapılmadı.
Ayrıca Scholz Eylül’ün sonlarında Fransa Başbakanı Elisabeth Borne ile yapacağı görüşmesini koronavirüs (Covid-19) testinin pozitif çıktığını belirterek iptal etti. Sunulan video konferans önerisi ise Scholz’un kendini çok hasta hissettiğini söylemesi üzerine gerçekleşmedi. Ancak Scholz aynı gün bir basın toplantısında görüntülendi ve 200 milyar avroluk enerji yardım paketini açıkladı. Tüm bu mevcut gerilimlere ek olarak Scholz’un beklenmedik bu yardım paketi açıklaması Fransa’yı daha fazla rahatsız etti. Çünkü söz konusu paket hakkında önceden bilgilendirilmemişlerdi. Paris, Berlin yönetiminin enerji krizinde tek başına hareket etmesinden ve ortak Avrupa savunma teknolojisi projelerine destek olmamasından rahatsız.
Savunma alanında da birçok anlaşmazlıkların mevcut olduğu görülüyor. Son birkaç ayda Almanya, (Fransız-Alman) Tiger helikopteri üzerindeki çalışmayı durdurmaya karar verdi ve sonrasında ortak donanma devriyelerini iptal etti. Son olarak Almanya –Fransa olmadan– çoğu Kuzey ve Doğu Avrupa kanadında bulunan on üç NATO üyesi ülkeyle ortak bir hava ve füze savunma kalkanı için de bir anlaşma imzaladı.
Bunlara ek olarak Almanya şansölyesi, Şi Jinping’in yeniden seçilmesinin ardından Pekin’e seyahat eden ilk Batılı lider olmuştur. Scholz bunu, Macron’un birlikte seyahat etme teklifine rağmen diğer AB liderleri olmadan Alman iş insanı heyetiyle gerçekleştirmiştir. Elysée’deki düşünce, Macron ve Scholz’un Çin’i birlikte ziyaret etmelerinin daha iyi olacağı yönündeydi ve tercihen Şi’nin yeniden seçildiği Çin Komünist Partisi kongresinden hemen sonra olmaması gerektiği savunuluyordu. Fransa’yı rahatsız eden Çin-Almanya ilişkisi sadece bu görüşme ile sınırlı değildir. Paris ve Berlin yönetimleri Hamburg Limanı’nın Çinli Cosco şirketine satılması konusunda da görüş ayrılığı yaşıyor.
Almanya ve Fransa’nın fikir ayrılıklarını anlamak hiç de güç değildir. Zira Fransa enerji krizinden en az etkilenen AB ülkelerinden biriyken Uluslararası Para Fonu’na (IMF) göre Alman ekonomisi diğer Avrupa ülkelerine kıyasla bu krizden en büyük darbe alacak ülke konumundadır. Alman ekonomisinin 2023’te yüzde 0,3 küçüleceğinden bahsedilmektedir. Almanya’nın toplam enerji tüketiminin yaklaşık yüzde 27’sini doğal gaz oluşturuyor ve Rusya-Ukrayna savaşı başlamadan önce Almanya’da tüketilen gazın yarısından fazlası (yüzde 55) Rusya’dan ithal ediliyordu. Bu nedenle yıllardır yeşil enerjiye geçişin öneminden bahseden Almanya geçmişte kapatılmasına karar verilen bazı kömür santrallerinin yeniden faaliyete geçirildiğini açıklamıştır. Zira enerjisiz kalan Alman sanayisinde her geçen gün yeni bir fabrika kapatılıyor. Durum böyleyken Scholz’un diğer Avrupa ülkelerinden önce kendi ülkesini düşünmesi gayet doğaldır. Ayrıca Avrupalı liderlerin Rusya’ya karşı ortak stratejisinin doğurduğu maliyet de göz önünde bulundurulduğunda Scholz’un ülkesinin sanayisi için en az Rusya kadar önemli olan Çin yönetimiyle görüşmeye sadece kendi iş insanlarıyla gitmesi garipsenmemesi gereken bir durumdur. Bununla birlikte seçildiği ilk günden bu yana AB’yi birleştirip liderlik rolünü üstlenmeye çalışan Macron’un da bu durumdan rahatsız olması gayet normaldir.
Bu tür kriz dönemlerinde ülkelerin kendi çıkarlarına odaklı tutumlar sergilemesi garipsenmemesi gereken bir durum olmakla birlikte, bu durum küresel ekonomide AB’nin gücünü yitirmesine sebep oluyor. Kendini 450 milyon nüfuslu bir ekonomi olarak tanıtan ve ABD ile karşılaştıran AB’nin kriz döneminde küresel güçler karşısında dağınık bir tutum sergilemesi güvenilir bir ortak olmadığı mesajını verebilmektedir. Hem koronavirüs hem de gıda ve enerji krizi ile ortaya çıkan ekonomik daralma, ilerleyen zamanlarda çığ gibi büyüyerek Brexit benzeri çıkışları tetikleyebilir. Zira Birliğin fiilen zayıflaması durumunda AB üyeliği de anlamsızlaşabilecektir..