Türkiye ile Yunanistan arasında tansiyonun artmasına sebep olan Doğu Akdeniz konusu, Avrupa Birliği (AB) açısından da çeşitli sorunları, bölünmeleri ve çelişkili durumları gözler önüne serdi. Türkiye’nin Libya ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzalamasını kıyasıya eleştiren AB yetkililerinin, Yunanistan’ın Mısır ile benzer bir anlaşma imzalamasına yönelik “anlaşmanın iki ülke arasında imzalandığını ve AB’nin yorum yapacağı bir durumun olmadığını” belirtmeleri bir başka iki yüzlü tutum olarak kayıtlara geçti. Yaşanan gerginliğe yönelik hakkaniyetli olmayan tutumunun yanı sıra dönem başkanı Almanya’nın girişimleriyle arabulucu bir rol benimsemeye çalışan AB’de, çeşitli ayrışmaların yaşandığı ve soruna yönelik farklı tutumların sergilendiği görülüyor.
Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Fransa, AB içinde Türkiye’ye yönelik baskıların artırılmasını ve sert önlemlerin alınmasını isteyen ülkeler olarak ön plana çıkıyor. Bu sebeple yaptırımlar gibi Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’ye yönelik baskı unsuru olarak kullanabilecekleri araçların devreye sokulması gerektiğini her fırsatta dile getiriyorlar. Söz konusu yaptırım kararlarında bireylerin ve arama/tarama gemilerinin hedef alınacağı, Avrupa limanlarının kullanımının da dahil edilebileceği basına yansıdı.
Suriye ve Libya’daki kazanımları tehlikeye giren Fransa’nın Doğu Akdeniz sorununda Türkiye’den “intikam almaya yönelik” politika izlemesi ve Türkiye karşıtı cephenin liderliğini yapmaya çalışması sürpriz değil.AB ülkelerinin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini durdurmasını, deniz yetki alanlarının paylaşımı sorununun diyalog mekanizmasının kurularak diplomasi yoluyla çözülmesini isteseler de diplomasiye giden yolun nasıl oluşturulacağına dair bir ayrışma yaşadıkları görülüyor. Yunanistan, Fransa, GKRY gibi ülkeler Türkiye’ye karşı sert önlemlerin benimsenmesini isterken, dönem başkanı Almanya ile birlikte İspanya ve İtalya gibi ülkeler “yatıştırıcı” bir stratejinin tercih edilmesinden yana. Suriye ve Libya’daki kazanımları tehlikeye giren Fransa’nın Doğu Akdeniz sorununda Türkiye’den “intikam almaya yönelik” politika izlemesi ve Türkiye karşıtı cephenin liderliğini yapmaya çalışması sürpriz değil. Almanya ise dönem başkanlığının da getirdiği sorumlulukla arabulucu bir pozisyon benimseyerek daha ılımlı bir tutum sergilemeye çalışıyor ve kötü polis rolünü -şimdilik- Fransa’ya bırakmış görünüyor.
Bu kapsamda 27-28 Ağustos’ta AB dışişleri ve savunma bakanları bir araya gelerek Doğu Akdeniz sorununu görüşmüş, Yunanistan ve Fransa’nın yoğun baskılarına rağmen Almanya, İspanya, İtalya, Macaristan, Malta, Bulgaristan gibi ülkelerin bu görüşmede yaptırım uygulanmasını veto ettiği ve diyaloğun kurulmasının önemine vurgu yaptıkları görülmüştür.
Her ne kadar kötü polis rolünü Fransa’ya bırakmış olsa da AB dönem başkanlığını devralan Almanya’nın Doğu Akdeniz meselesinde Yunanistan’ı masum görmediği belirtilmelidir. Merkel “AB ülkeleri Yunanistan’ı haklı olduğu konularda desteklemekle yükümlü” ifadelerini kullanarak haklılık vurgusunu ön plana çıkardı ve diyalog çağrısını yineledi. Özellikle Türkiye’nin Almanya’nın arabuluculuk teklifini kabul ederek arama tarama faaliyetlerine ara vermesine rağmen Yunanistan’ın bu iyi niyet göstergesini görmezden gelmesi ve Mısır ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması imzalaması, Türkiye’nin elini güçlendirmiştir. Zira AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Joseph Borell’in danışmanı Nathalie Tocci de dahil olmak üzere Yunanistan’a yönelik eleştirilerin çeşitli platformlarda dile getirilmeye başlandığı görülüyor.
AB İçinde Çatlak
AB içinde Türkiye’ye yönelik farklı bir pozisyon sergileyen ülkelerin başında Macaristan geliyor. GKRY ziyaretinde Dışişleri Bakanı Szijjarto, “Türkiye’ye yönelik kapalı kapılar ardında başka, dışarıda başka davranıldığını” dile getirerek AB’nin Türkiye ile samimi bir ilişki kurması gerektiğini belirtiyor. İspanya da soruna yönelik diyalog çağrıları yapan ve Yunanistan’la Fransa’nın aşırı politikalarına set çeken ülkelerden biri. Türkiye’nin iyi niyet göstergesi olarak arama/tarama faaliyetlerine bir süre ara verdiğini özellikle İspanyol siyasetçiler tarafından açıklanmıştı. Bu durum İspanya’nın da diyalog ve arabuluculuk faaliyetlerinde etkili olduğu, Türkiye’ye tehditlerle yaklaşmanın olumlu sonuçlar vermeyeceğine inandığını göstermişti. Her ne kadar İspanya Dışişleri Bakanı Türkiye’den sonra gittiği Yunanistan’da Türkiye’nin diyaloğa açık olduğunu belirtmiş ve bu durumu dönüm noktası olarak tanımlamış olsa da Yunanistan tarafı bu iyi niyeti ve açıklamaları karşılıksız bırakmıştır. Ayrıca 27 Temmuz’da imzalanan ortak ticaret ve ekonomi komitesi de iki ülkenin derinleşen bağlarının ekonomik boyutuna dair önemli bir mesaj niteliğinde.
İtalya ve Malta gibi Akdeniz ülkeleri de Doğu Akdeniz konusunda Fransa ve Yunanistan’ın Türkiye’yi cezalandırmaya dayanan politikalarının karşısında konumlanmış durumdalar. Malta Dışişleri Bakanı “eğer birbirimize yüzümüzü dönersek bu AB için de hiç iyi sonuçlara sebep olmaz” ifadelerini kullanarak diyaloğa ve Türkiye ile ilişkilerin önemine vurgu yaptı. İtalya ise bölgesel konuları birbirinden ayrı değerlendirirken Doğu Akdeniz’deki sorunda tarafgir bir pozisyon sergilemekten imtina ediyor. Özellikle Yunanistan, GKRY ve İsrail’in öncülük ettiği Doğu Akdeniz doğalgaz boru hattı projesinden (East Med) ayrılarak anlaşmayı imzalamaması, Doğu Akdeniz konusunda siyasi anlaşmazlığın bir tarafı olmayacağının önemli bir göstergesi olmuştur.
Yaptırımlar gibi “sopa” politikalarına, mülteciler için daha fazla para ya da Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gibi “havuç” politikalarının eşlik etmesi, Türkiye özelinde bir tavizi ya da geri adımı getirmeyecektir.Söz konusu çatlakların gölgesinde AB Türkiye’ye yönelik “sopa” ve “havuç” politikalarını devreye sokarak Türkiye’yi taviz vermeye ve masaya oturtmaya çalışıyor. Fakat Doğu Akdeniz meselesinde Türkiye’de hükümete oldukça geniş spektrumda bir destek verildiği görülüyor. Bu kapsamda Doğu Akdeniz, gelecek nesilleri ilgilendiren stratejik bir konu olarak değerlendirilirken toplumun her kesimi tarafından sahipleniliyor. Bu sebeple yaptırımlar gibi sopa politikalarına, mülteciler için daha fazla para ya da Gümrük Birliği’nin güncellenmesi gibi havuç politikalarının eşlik etmesi, Türkiye özelinde bir tavizi ya da geri adımı getirmeyecektir. Bunun yanı sıra son yıllarda AB’nin Türkiye üzerindeki etkisini ve inandırıcılığını kaybetmesi de Brüksel tarafından tercih edilecek her türlü politikanın hem kamuoyu hem de karar vericiler nezdinde bir sonuç üretmeyeceğinin göstergesi niteliğinde.
İspanya, Macaristan, İtalya, Malta gibi yaptırım karşıtı olan ülkeler bu gerçeği görerek Türkiye’nin Libya ve Doğu Akdeniz meselelerini hayati gördüğünü ve yaptırımların işe yaramayacağını anlamış durumda. Ayrıca bu ülkeler Türkiye ve AB arasındaki mültecilere yönelik işbirliğinin zarar görebileceği, tehditlerin Türkiye’deki kamuoyunu çok daha milliyetçi bir noktaya kaydıracağı ve hükümetin Rusya’ya daha fazla yaklaşabileceği konusunda endişelere sahipler.
Endişenin Ötesine Geçebilmek
Adalar Denizi’ndeki dondurulmuş bir mesele olan adaların deniz yetki alanları tartışmasının Doğu Akdeniz bölgesinde yeniden ortaya çıktığı görülüyor. Doğu Akdeniz’deki zengin yer altı kaynakları ve Türkiye’nin enerjideki dışa bağımlılığı göz önünde bulundurulduğunda gerilimin Adalar Denizi’nden çok daha yüksek seviyelere çıkabilme ve iki ülkenin sıcak bir çatışmanın eşiğine gelebilme potansiyeli bulunuyor. Bu sebeple Brüksel yöneticilerinin “endişe duymanın” ötesine geçmesi gerekiyor. 24-25 Eylül’deki liderler zirvesinde AB ülkelerinin elini taşın altına koyarak yaptırım gibi tehditkâr söylemleri bir kenara bırakması, adil bir çözümü desteklemesi, maksimalist taleplerini dizginleyerek Yunanistan’ı diyaloğa ve diplomasiye ikna etmesi gerekiyor. Bu yönleriyle bakıldığında Doğu Akdeniz meselesinin AB için yeni bir samimiyet ve liderlik testine dönüştüğü görülüyor..