SETA > Odak |
Bitmeyen Kaoslar ve Çatışmaların Gölgesinde Lübnan

Bitmeyen Kaoslar ve Çatışmaların Gölgesinde Lübnan

Lübnan söz konusu olduğunda bekleyemediğimiz tek şey ülkede olası istikrar ve barış ortamının kalıcılığıdır. Ülke içerisinde varlığını sürdüren Hizbullah benzeri devlet dışı silahlı oluşumlar, İran, Suriye, İsrail ya da bazı Körfez ülkeleri gibi farklı devletler üzerinden ülke içerisinde nüfuzunu sürdüren aktörler ve neresinden bakılırsa bakılsın ekonomik, siyasi, sosyal ve diğer alanlarda sürekli yıkımın eşiğinde dolaşan Lübnan toplumu, ülkedeki kalıcı kaos ortamını alevlendiren başlıca faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Lübnan söz konusu olduğunda bekleyemediğimiz tek şey ülkede olası istikrar ve barış ortamının kalıcılığıdır. Ülke içerisinde varlığını sürdüren Hizbullah benzeri devlet dışı silahlı oluşumlar, İran, Suriye, İsrail ya da bazı Körfez ülkeleri gibi farklı devletler üzerinden ülke içerisinde nüfuzunu sürdüren aktörler ve neresinden bakılırsa bakılsın ekonomik, siyasi, sosyal ve diğer alanlarda sürekli yıkımın eşiğinde dolaşan Lübnan toplumu, ülkedeki kalıcı kaos ortamını alevlendiren başlıca faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Halihazırda toplumsal ve siyasal anlamlarda tükenmiş ve çökmüş bir yapıya sahip olan Lübnan son zamanlarda ise İsrail ve Hizbullah’ın karşılıklı saldırılarıyla oldukça sert ve çatışmacı bir zemine doğru ilerlemektedir. Bu sürecin temelleri 1980’lerin erken dönemlerine dayanmakta ve İsrail bu tarihten itibaren Filistin’de olduğu gibi Lübnan’da da zaman zaman işgalci yayılmacılığını göstermektedir. Ancak 7 Ekim sonrasındaki Gazze işgaliyle birlikte Lübnan’daki durum daha karmaşık ve vahim bir hal almıştır.

Ortadoğu’nun Çatışma/Nüfuz Alanı

Tarihsel seyir içerisinde değerlendiğimizde Lübnan’ın küresel ve bölgesel aktörler açısından adeta tampon bölge olarak görülmesi ve bu anlamda en iyi tabirle ikincil önemde konumlandırılması ülkedeki kaotik durumları besleyen temel yapısal koşullardan birini oluşturmaktadır. Bu çerçeve hem Fransız sömürgesi döneminde hem de Soğuk Savaş sürecinde Cemal Abdünnasır destekli oluşumlar ile Batı destekli aktörler arasındaki çekişmede Lübnan’ın küresel ve bölgesel güçlerin çekişme alanı olarak “kullanıldığı” ve temel karşılaşma öncesinde birbirlerini “yıpratma” amacıyla burada ittifak halinde oldukları aktörleri ön plana çıkardıkları söylenebilir. Bu durum sonraki süreçte de radikal şekilde değişmemiş, 1970’ler ve 1980’lerden itibaren Mısır’ın bölgesel liderliğinin zayıflamasıyla Lübnan sahasını İran ve Suriye domine etmeye başlamıştır. Bu aktörler ile burada aktif Filistinli direniş hareketlerini “gerekçe” gösteren İsrail ise Filistin’deki işgalci yayılmacılığını günümüzdekine benzer şekilde Lübnan’a taşıma noktasında herhangi bir engel görmemiş ve uzun dönem Lübnan’daki işgalci güçlerden olmuştur. Böylece Lübnan; İran, Suriye ve İsrail gibi aktörlerin farklı nüfuz alanlarında etkin olduğu, ayrıca bazı Körfez ülkelerinin özellikle Sünni aktörler aracılığıyla varlığını sürdürdüğü kaotik bir ortamda halini almıştır.

Tüm bu bölgesel ve küresel güç çekişmelerinin gölgesinde Lübnan’da mezhep grupları ve hatta benzer mezhepler arasında var olan kapsamlı çekişmeler ve zaman zaman çatışmaya dönen ilişkiler Lübnan’ın sosyopolitik yapısının sürekli olarak adeta “koma” halinde yaşamasına ve karşılaştığı derin sorunlara karşılık verememesine yol açmıştır. Devletin merkezi ve hassas kurumları başta olmak üzere tüm mekanizmaların mezhepsel bir şekilde bölünmesi, her alanda hissedilen “bölünme” manzaralarıyla birlikte, iç ve dış yapısal faktörlerin Lübnan’daki çöküşünü ve yüksek kırılganlığını kalıcı hale getirmiştir. Bu nedenle burada aktif olan devlet dışı oluşumlar Lübnan devleti ya da mekanizmalarından çok kendi güvenliklerini ve “yaşam mücadeleleri”ni bölgesel merkezi aktörlerle ilişkide görerek Lübnan devletini adeta ulus aşırı bağlarını “meşrulaştırma” ve bu etkileşimi sürdürmede “aracı kurum” olarak değerlendirmiştir. Diğer bir ifadeyle Lübnan devleti söz konusu iç oluşumlar tarafından abartılı bir ifadeyle sembolik bir çatı oluşum ve kendine özgü gündemlerini sürdürmede korunaklı bir alan olarak değerlendirilmiştir. Daha açık belirtmek gerekirse Lübnan sorununun temelinde hem bölgesel ve küresel aktörlerin hem de yerel oluşumların büyük oranda Lübnan devletini sadece formal -yani resmi yapı/çatı- olarak değerlendirmesi fakat bu oluşumun ne kurumsal gücünü ne de hükmedici niteliklerini dikkate almaması yatmaktadır. Her ne kadar zaman zaman Lübnanlı kimliği etrafında Lübnan toplumunun farklı bileşenlerinden ümitvar bazı talep ve gelişmeler yaşansa da bu durumun henüz Lübnan devletini bahsi geçen noktalarda inşa etme sürecine evrilmediği son yaşanan gelişmelerde de doğrulanmıştır. Dolayısıyla kimin ne tarafa çektiği belli olmayan, bölgesel ve yerel aktörlerin kendi nüfuzlarını öncelediği ve yaşamsal çıkarlarını bu noktada değerlendirdiği Lübnan’da, uluslararası ilişkilere ait normal ilke ve değerleri göremediğimiz gibi Lübnan halkının artık kalıcı “yıkım” ve “çöküş” ikliminde yaşamını idame ettirdiğini ve yaşanılan sarsıcı şeylere ilişkin “şaşırma” durumunu geride bıraktığını görmekteyiz.

Güncel Çatışmalardaki Yenilikler ve Olasılıklar

İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmalar bir hayli uzun süredir devam etmesine rağmen özellikle Suriye iç savaşı sonrasında tarafların birbirlerine yönelik saldırı girişimleri yeniden artmıştır. İki aktör, Arap ayaklanmaları sürecindeki kendileri açısından öncelikli “tehditler”in ortadan kalkmasıyla geleneksel “oyunun kuralları”na geri dönmüş ve düşük düzeyli çatışmaları sürdürmüştür. Bu noktada İsrail’de Benyamin Netanyahu hükümetinin bu defa radikal akımların güçlü desteğiyle işbaşına gelmesi ve Hamas’ın İsrail’e yönelik 7 Ekim saldırıları farklı bir süreci başlatırken İran-Hizbullah cephesi ise bu gelişmeleri farklı bir yaşamsal tehdit olarak tanımlamıştır. Çatışmaların başından itibaren İsrail’in aşırı saldırganlığı ve barbarlığına rağmen İran-Hizbullah ittifakı ve bu ittifaka Arap ayaklanmaları süreciyle dahil olan Husi cephesi, İsrail ile doğrudan savaşmak yerine daha kontrollü düzeyde İsrail’i farklı cephelerden sıkıştırmaya ve caydırmaya yönelmişlerdir. Bu caydırma adımlarına karşılık ise İsrail Gazze’deki katliam/işgal sürecini tüm küresel itirazlar, hukuki yargılamalar ve uluslararası kamuoyunun güçlü itirazına rağmen tamamlamayı tercih etmiş ve sonrasında Gazze işgali sürecinde işaret ettiği üzere Lübnan cephesine daha fazla odaklanmaya başlamıştır.

Gazze cephesinde tüm katliam/işgal girişimlerine rağmen “Hamas’ı yok etme”, “rehineleri geri alma” ve “Filistin direnişini sonlandırma” gibi amaçlarını elde edemeyen ve gün geçtikçe hem iç hem dış siyasette izole olan Netanyahu hükümetinin bu defa kuzey cephesine ve halihazırda kaosa sürüklenmiş Lübnan’a yöneldiği söylenebilir. İsrail’in başından itibaren tüm “düşük düzeyli” ve kontrollü girişimlerine karşın Hizbullah’a karşı askeri harekatı ve Lübnan’ın öncelikle güneyine yönelik işgali amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu minvalde İran-Hizbullah cephesine karşı öncelikli olarak istihbari ve siber araçlarla yoğun saldırılar düzenleyen Tel Aviv yönetimi, İran ve ittifakındaki devlet dışı oluşumların başta askeri olmak üzere siyasi-sosyal kapasitesini de zayıflatmayı planlamıştır. Uzun süredir İran-Hizbullah ve özellikle yakın tehdit olarak tanımladığı Hizbullah’ı yoğun şekilde çalışan ve bu oluşumun merkezi yerlerine sirayet ettiği anlaşılan İsrail, Hizbullah’ın zaman içerisinde elde ettiği askeri kapasitenin ve Suriye iç savaşı ile daha da konsolide ettiği çatışma/saha tecrübesinin farkında olarak bu kapasiteyi atıl duruma getirme amacıyla bir süredir istihbari ve siber/teknolojik saldırıları işleme koymuştur. Böylece İsrail hem suikastlar hem de bu aktörlerin elinde var olan askeri ve teknolojik kapasiteyi “elimine edilebileceği” mesajını vererek olası kuzey cephesi harekatını gerçekleştirmeden önce İran-Hizbullah ittifakına yeni oldubittileri ve güç dengesini kabul ettirme arayışına yönelmiştir. Diğer taraftan tüm şok edici ve zayıflık göstergesi saldırılara rağmen Hizbullah ve İran cephesinin İsrail’i Güney Lübnan’da karşılaması ve olası misillemelerden vazgeçtiğinin düşünülmesi de yanıltıcı olacaktır.

İstihbari saldırılar ve siber araçların etkin şekilde kullanıldığı ve İran-Hizbullah cephesinin ise geçmiştekine benzer geleneksel yöntemlerle karşıladığı Hizbullah-İsrail arasında savaşı andıran çatışmalarda unutulan ve herhangi bir şekilde dikkate alınmayan ise Lübnan’da zaten sabredilmesi mümkün olmayan kaos temelli gelişmelerdir. Bahsettiğimiz tüm dinamiklerde Lübnan’ın askeri, siyasi veyahut diğer alanlarda ne derece çaresiz ve cevap veremez durumda olduğunu gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla her ne kadar Hizbullah’a yönelik içerideki bazı gruplar İsrail ile olası savaş konusunda baskı yapsalar ve Hizbullah-İsrail savaşını onaylamasalar da bu defa İsrail’in ise bu savaşı başlatma konusunda ABD’de İsrail’e destek konusundaki “mutlak uzlaşı”yı da değerlendirerek istekli olduğu ifade edilebilir. Gazze cephesini sonlandırdığını iddia eden İsrail’in, Hizbullah’a kara harekatı öncesinde verdiği ağır kayıpları olası bir kara operasyonu ile tamamlama hedefinde olduğu gözlenmektedir. Diğer taraftan tüm zafiyetleri ve kayıplarına rağmen İsrail ile Hizbullah arasında “savaş eşiği”ne ulaşan çatışmalar durdurulmadığı takdirde bu sürecin İsrail açısından da oldukça yıkıcı maliyetleri olacağını not etmek gerekmektedir. Hem coğrafi hem de diğer açılardan çok daha rahat İran ile bağ kurabilen ve Lübnan’da çoğu alanda “kökleşmiş” Hizbullah’ın, İsrail açısından en zor cephe olacağı ve bu durumun İran ve ittifakın yeni üyesi Husiler açısından da çok daha farklı anlamları taşıyacağı nettir.

Sonuç olarak tüm stratejik, askeri ve bölgesel hesapların merkezinde Lübnan’ın ülke ve toplum olarak yer almadığı ve açıkçası feda edilebilecek “kurban” olarak tercih edildiği anlaşılmaktadır. Halihazırda bölgedeki herhangi bir olayın yansımalarını en derinden hisseden Lübnan, kendi kaotik iç yapısına çözüm geliştirme konusunda yetersizken artık farklı bir hesaplaşmanın alanı olarak uzun süredir gerçekleşen bölgesel çatışmaların ve nüfuz mücadelelerinin merkezinde yer almaktadır. Aktörler ve stratejiler dönüşüm geçirirken Lübnan’ın maruz kaldığı bu tarihsel tecrübe ise görünen o ki sabit kalmaktadır. Son mücadelelerin Hizbullah’ın bölgesel ve yerel konumundan İran’ın merkez aktör olduğu “milis hilali”ne, Filistin direnişinden İsrail’in işgalci yayılmacılığına kadar pek çok bölgesel dinamiğe ve Lübnan’ın kaos ve çatışmalar sürecinin daha da derinleşmesine etki edeceği açıktır.