Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un sürpriz şekilde aldığı erken seçim kararı, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Macron’un partisi Rönesans’ın ağır yenilgisinin ardından gelmişti. 6-9 Haziran arasında gerçekleştirilen AP seçimlerinde Marine Le Pen’in aşırı sağ Ulusal Birlik (Rassemblement National, RN) partisi oyların yüzde 31,5’ini kazanarak Rönesans’a sandıkta verilen desteğin iki katından fazlasına ulaşmıştı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Macron ulusa sesleniş konuşmasında seçmenden gelen uyarıyı görmezden gelemeyeceğini belirterek Fransa’da aşırı sağcı partilerin AP seçimlerinde toplamda oyların neredeyse yüzde 40’ını kazandığına dikkat çekmişti. Macron konuşmasında AP seçimlerine demokratik bir tepki vermek zorunda kaldığını savunarak iki turlu Ulusal Meclis seçimlerinin 30 Haziran’da ve ikinci tur oylamanın ise 7 Temmuz’da yapılacağını ilan etmişti.
Cumhurbaşkanı Macron’un Ulusal Mecliste farklı ittifaklarla çoğunluğu sağlamak için bir oyun kurduğu söylenebilir. Ancak Macron’un Fransa’nın 26 Temmuz-11 Ağustos arasında Paris’te düzenlenecek olan 2024 Olimpiyat Oyunları’ndan kısa bir süre önce erken seçim kararı alarak siyasi istikrarsızlığa ve toplumsal huzursuzluğa yol açabilme riskini umursamadığı görülmektedir.
Karamsar görünen Macron erken seçim kararı almasının Fransız halkına olan güvenini gösterdiğini belirterek soldan ve sağdan ılımlı siyasetçileri aşırı sağı yenmek için kendi merkezci ittifakıyla yeniden bir araya gelmeye davet etti. Aslında Macron aşırı sağ cepheye karşı birlikte oy kullanmaları için Cumhuriyetçi siyasetçilere kamuoyu önünde çağrıda bulunma stratejisini uyguladı. Bu adımla birlikte özellikle sol ittifakı bir nevi halkın baskısına da maruz bırakarak kendi merkez ittifakı ile iş birliğine zorlamayı hedefledi.
Macron’un çağrısı üzerine son Ulusal Meclis seçimlerinde bile kendi aralarında ittifak kuramayan sol partiler, yapılan bu seçimlerde aşırı sağa karşı “Yeni Halk Cephesi” (Nouveau Front Populaire, NFP) oluşturarak güçlerini birleştirdiler ve yarışa ortak adaylarla girdiler. Böylelikle NFP ülkenin başlıca sol partileri olan Sosyalist Parti (Parti Socialiste, PS), Boyun Eğmeyen Fransa (La France Insoumise, LFI) partisi, Fransız Komünist Partisi (Parti Communiste Français, PCF) ve Yeşiller’i bir araya getirdi. Her ne kadar Macron bu ittifakın bileşeni olan LFI ile hiçbir siyasi zeminde iş birliğine gitmeyeceğini açıklasa da meseleyi söylemsel düzlemde tuttu. Nitekim Macron, NFP ile seçim sürecinde LFI yüzünden kamuoyu önünde karşılıklı siyasi hesaplaşmadan çekindi.
Resmi verilere göre Ulusal Meclis seçimlerinde sol partilerin ittifakı NFP 182 milletvekili çıkarırken Macron ve müttefiklerinin oluşturduğu Ensemble 168 milletvekili, aşırı sağcı ittifak RN ise 143 milletvekili ile Meclise girdi. Mutlak çoğunluk için Ulusal Meclisteki 577 sandalyeden 289’unun kazanılması gerekirken mevcut tabloda üç ittifaktan/partiden hiçbiri tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğa ulaşamadı.
Cumhurbaşkanı Macron’un erken seçim kararının altında nasıl bir strateji olduğuna ilişkin sadece tahminde bulunulabilir. Uzmanlar, Macron’un siyasetin merkezinde yeni bir siyasi oluşum mühendisliğiyle siyasi alanın uç noktalarında bulunanları bir nevi zayıflatma stratejisi geliştirdiğini ileri sürmektedir. Hatta Macron, radikal siyasi uçların ülkeye yönelik potansiyel tehlikesini vurgulamak adına Fransa’nın son on yılların en bölücü seçimlerine hazırlandığını belirterek aşırı sağcı ve solcu rakiplerinin politikalarının “iç savaş”a yol açabileceği uyarısında bulundu. Aşırı sağın toplumu böldüğünü ve iç savaşa doğru ittiğini, NFP ittifakının bir parçası olan LFI’nin ise bir tür “anarşi” önerdiğini söyleyen Macron iç savaşın da bundan kaynaklanacağını vurguladı. Hatta bir adım ileri giderek LFI’nin aşırı sağ hareketten daha tehlikeli olduğunu iddia etti. Ancak Macron’un özellikle LFI’yi ve RN’yi itibarsızlaştırma hamlesi en nihayetinde Fransız seçmen nezdinde itibar görmedi. Şöyle ki Ulusal Meclis seçimlerinin 30 Haziran’daki birinci turunda aşırı sağcı RN’nin sandıktan birinci parti olarak çıkması ve 7 Temmuz’daki ikinci turda NFP’nin seçimleri kazanması Macron’un stratejisinin hiçbir yarar sağlamadığını gözler önüne serdi. Hatta Macron’un yeni bir hükümetin kurulması ve iktidarı bir muhalif parti başbakanı ile paylaşmak zorunda kalması halinde bu hamlenin geri tepebileceğini hesaba katmadığı görülmüş oldu.
Macron’un partisi Rönesans’ın liderliğinde “Cumhuriyet için Hep Birlikte” ittifakının ikinci sırada bitirdiği seçimin sonuçları açıklandıktan sonra görevdeki mevcut Başbakan Gabriel Attal’ın istifa dilekçesi Cumhurbaşkanı Macron tarafından ülkedeki istikrarın devam etmesi için kabul görmedi. Fransa’da siyasi gelenek gereği Ulusal Meclis seçimlerinde çoğunluğu elde eden oluşumun siyasi temsilcisi cumhurbaşkanı tarafından başbakan olarak atanır. Ancak Fransa Anayasası’na göre cumhurbaşkanı bu geleneğe uymayabilir ve istediği kişiyi de başbakan olarak atayabilir. Bu minvalde Macron’un belirleyeceği başbakan ve hükümette yer alacak bakanların Ulusal Meclis tarafından 289 oyla onaylanması gerekmektedir.
Siyaset uzmanlarının da tahminleri doğrultusunda yeni hükümetin göreve başlaması sürpriz olmazsa uzun bir süre sonra gerçekleşebilir. Sürecin uzamasını tetikleyen en önemli etken ise üç ittifakın kendi başına hükümet kurmasının sayısal nedenlerden dolayı mümkün olmayışı. Ayrıca üç ittifakın ideolojik farklılıklarının yanı sıra sosyal ve ekonomik programlarında bulunan derin ayrılıklar da koalisyon kurmayı imkansız kılmasa bile zorlaştırmakta.
Muhtemel Hükümet Senaryoları
Hiçbir parti ya da ittifakın Ulusal Mecliste çoğunluğu sağlayamaması Fransız siyasetini belirsizliğe sürüklemiş durumdadır. Öncelikle Cumhurbaşkanı Macron’un Ulusal Meclisi yeniden feshedebilmesi için en az bir yıl geçmesi gerekmektedir. Mecliste çoğunluğa sahip bir hükümet kurulamaması halinde Macron’un geniş tabanlı bir koalisyon hükümeti kurma hamlesi kaçınılmazdır. Ancak Fransız siyasetinin koalisyon hükümeti geleneği ve haliyle tecrübesi olmadığından siyasi istikrarın sağlanamaması riski mevcuttur. Macron yeni hükümeti atamak için Ulusal Meclisin yaz tatiline girmesini de bekleyebilir. Fakat yeni seçilen Meclis 18 Temmuz’da ilk oturumunu gerçekleştirecektir. Bu ilk toplantıda meclis başkanının seçilmesi beklenirken toplantının ertesi günü de başkan yardımcıları ve komisyon atamalarına ilişkin kararlar alınacaktır.
Öte yandan Fransa’nın istikrarsızlığa sürüklenmesi halinde Macron’a yönelik istifa çağrılarının artmasına cevaben Macron peşinen istifa ihtimalini yok sayarak her halükarda 2027’ye kadar görevde kalacağını açıklamıştır. Bu denklem neticesinde mevcut konjonktürde yeni hükümet kurma çalışmaları –spekülasyon ve tahminler de dahil– farklı senaryoları ön plana çıkarmaktadır:
- Kohabitasyon: Fransa’da Ulusal Meclis seçimlerinin sonucuna bağlı olarak cumhurbaşkanından farklı bir partinin Ulusal Mecliste çoğunluğa sahip olması ve dolayısıyla hükümetin farklı bir siyasi kamptan gelmesi anlamına gelmektedir. Seçimleri kazanan NFP ittifakının özellikle iki bileşeni (LFI ve Yeşiller) gelecek günlerde kendi hükümetini sunmaya hazırlanmakta ve Macron’un kayıtsız şartsız onay vermesini talep etmektedir. Bu hamleyle sadece Macron’u değil aynı zamanda ittifak ortağı PS’yi de bir oldubittiye getirmeyi istemektedir. PS daha esnek bir çizgiyle Macron’un ittifakına koalisyon kapısını tamamen kapatmayarak diğer ittifak ortaklarını şüpheye sevk etmektedir. NFP ittifakının tek başına hükümet kurması Ulusal Mecliste milletvekili sayısında mutlak çoğunluktan uzak olması nedeniyle her daim güvensizlik oylamasıyla düşürülme riski barındıracaktır.
- Koalisyon Hükümeti: Macron’un hedefi NFP ittifakında merkeze yakın olan PS, Cumhuriyetçiler ve küçük partileri içine alan bir koalisyon oluşturmaktır. Macron’un tasarladığı koalisyon hükümeti matematiksel olarak mutlak çoğunluğa ulaşabilmektedir. PS cephesinde Macron’u –2012-2017 arasında cumhurbaşkanı olan ve son seçimde milletvekili seçilen– François Hollande desteklemektedir. Hollande’ın NFP ittifakının tüm bileşenlerinin koalisyon hükümetine dahil edilmesi şartı ise bu senaryoyu yokuşa sürmektedir.
- Teknokrat Hükümeti: Koalisyon hükümetinin kurulamadığı ya da yasa çıkarılamadığı için yönetilemez hale geldiği bir durumda ise Macron İtalya’dan ilham almak isteyebilir. İtalya’da 1990’ların başından bu yana teknokratlar tarafından yönetilen dört hükümet kurulmuştur. İtalya’da bu tür teknokrat hükümetlerin görevleri arasında günlük işleri yönetmek, kamu hesaplarını tutmak, AB düzenlemelerini uygulamak ve ülkeyi uluslararası düzeyde temsil etmek yer alıyor. Dolayısıyla İtalya’ya kıyasla Fransa’da cumhurbaşkanı olarak daha geniş kapsamlı bir siyasi role sahip olan Macron’un teknokratların bağımsız çalışmalarına tahammül edemeyeceği ihtimali yüksektir. Diğer taraftan Macron’un kontrol edebileceği teknokratların atanması ise halkın tepkisi ile karşılaşabilir. Ayrıca teknokratik bir hükümetin kurulmasını zorlaştıracak bir diğer nokta da ekonomistler ve akademisyenler gibi uzmanların hükümette yer alma konusundaki isteksizliğidir. Bu hükümet senaryosunun zorluklarına rağmen eğer hükümet kurulamazsa geçiş döneminden tekrar seçimlere kadar bir teknokrat hükümeti devreye girebilir.
Siyasi İstikrarsızlığın Fransa Ekonomisine Yansımaları
AB içinde en yüksek kamu borcuna sahip ülke olan Fransa’nın kamu borcu ulusal gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYH) yüzde 110’una tekabül eden 3,1 trilyon avrodur. Buna karşılık Almanya’nın kamu borcu ulusal GSYH’nin yüzde 63’ü ve Avro Bölgesi ortalaması ise yüzde 88’dir. Diğer yandan Fransa’nın bütçe açığı 2023’te yüzde 5,5’e yükselirken Avro Bölgesi’nde sadece yüzde 3’e izin verilmektedir. Fransa’nın bütçe açığını azaltmak için hızla tedbir alması gerekmektedir. Siyasi istikrarsızlığın öne çıktığı bir konjonktürde bunun mümkün olamayacağı acı bir gerçektir. Fransız ekonomisini son derece olumsuz bir şekilde etkileyen kamu borcu ve yüksek bütçe açığı krizi Fransız devlet tahvillerinde görülebilir. Tahvil yatırımcılarının güvenli kabul edilen Alman devlet tahvillerine kıyasla ödedikleri risk primleri (spread) piyasalar için bir tür ölçü olarak kabul edilir. Macron’un erken seçim kararından bu yana, on yıllık Alman devlet tahvillerine olan spread, 9 Haziran’daki Avrupa seçimlerinden önce yaklaşık 47 baz puandan yaklaşık 80 baz puana yükselmiştir. Fransa gibi bir ülke için tahvil piyasasındaki son tepkiler çok büyük mali kayıp olmakla birlikte piyasaların ne kadar gergin olduğunu da göstermektedir. Dolayısıyla Fransa arka planda devlet tahvillerinde ödenen spreadleri aşağıya çekme mücadelesi vermektedir. Son yıllarda Macron’un tasarruf hedefli kamu reform politikasının mevcut siyasi istikrarsızlık ortamında sürdürülmesi mümkün gözükmemektedir. Aksine muhtemel koalisyon hükümeti müzakerelerinde tasarruf önlemlerinin bir kısmını (örneğin 62’den 65’e çıkarılan emeklilik yaşının revize edilmesi gibi) geri çekmesi gerekebilir.
Bu hafta itibarıyla Avro Bölgesi’nin en büyük ikinci ekonomisi olan Fransa için durum daha da kötüleşmiştir. Zira beklendiği üzere AB Komisyonu bazı ülkelere karşı bütçe açığı davası açacağını duyurmuş ve Fransa da bu ülkelerden birisi olmuştur.
Marine Le Pen Küllerinden Doğan Bir Anka Kuşu mu?
Anka kuşunun küllerinden doğuşu, zorlukların üstesinden gelme ve daha güçlü bir şekilde geri dönme yeteneğini anlatan bir efsanedir. Marine Le Pen ve aşırı sağ partisinin ruh hali bugünlerde Anka kuşu efsanesine benziyor. Zira Le Pen her zorluktan bir ders alarak daha güçlü bir şekilde geri dönüşü hedefleyen bir duruş sergiliyor. Seçimlerin birinci ve ikinci turlarında hiçbir Fransız partisi RN partisi kadar oy alamadı. Seçimlerin ilk turunda RN sol rakibi NFP’den yaklaşık 1 milyon daha fazla oy alarak sandıktan birinci çıktı. İkinci turda ise bu rakam takriben 1,7 milyona ulaştı ancak RN üçüncü sıraya geriledi. RN’nin ikinci turda daha düşük bir başarı elde etmesinin temel nedeni karşı cephenin taktiksel ittifaklar oluşturması oldu. RN’nin zaferini önlemek için diğer partilerden yaklaşık 200 aday yarıştan çekildi ve bu oylar bölünmeden diğer adaylara verildi.
İkinci turun sonuçlarına tepki gösteren RN, karşı ittifakların kendilerini iktidardan uzak tutmak için “kirli oyun”lara başvurduğu anlatısını kamuoyuna yayarak halkın nezdinde mağdur konumunda yer almayı hedeflemektedir. RN’nin bu anlatısı seçmen kitlesinde kuvvetle muhtemel alıcı bulacaktır.
Le Pen konforlu konumundan rakiplerinin gelecek haftalarda hükümet kurma kaosunu keyifle izleyecektir. Nitekim artık sadece iki seçenek bulunmaktadır: solun kaos halleri veya eskisinden daha da büyük bir yönetilemezlik. Le Pen’in hedefi ise 2027 cumhurbaşkanı seçiminde siyaseten yıpranmış Macron’un karşısında ve diğer aday kim aday olursa olsun halkın nezdinde “burjuva bir alternatif” olarak yer almaktır. Bu senaryonun gerçekleşmesi ise RN için iyi lakin Fransa için kötü olacaktır.