Almanya’da haftalık yayımlanan dergilerden Der Spiegel, 4 Ağustos Pazartesi günü piyasaya çıkan yeni sayısının kapağına “Der Staat Erdogan - Erdoğan Devleti” başlığını attı. Dergi, içeride “Der neue Sultan - Yeni Sultan” başlığına sahip, Almanca ve Türkçe hazırlanmış 16 sayfalık bir dosya içeriyor. Der Spiegel, 67 yıllık yayın hayatında yalnızca iki defa Almanca dışında bir başka dilde yayın yapmış. Bilin bakalım hangi dilde ve ne zaman? İlk olarak, 2013 Taksim Gezi olayları sırasında. İkincisi ise 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi öncesi Erdoğan hakkında. Anlaşılan Almanlar Türkiye’yi çok seviyorlar! Bu ilginin nerelere yöneldiğine bakmakta fayda var. Yayınlanan dosya Tayyip Erdoğan hakkında neler anlatmış kısaca bir göz atalım.
DER SPİEGEL'İN ÇİZDİĞİ ERDOĞAN İMAJI
Başlık hemen göze çarpıyor: “Yeni Sultan”. Bu durum asırlar da geçse bazı Avrupalı muhatapların bölgeye yönelik, kökenleri geçmişte yatan oryantalist bakıştan kurtulamadıklarını ortaya koyuyor. Dosya özetle; Tayyip Erdoğan’ın ömür boyu iktidarda kalarak “Erdoğan Devleti” kurmak isteyen otoriter, despot ve adım adım şeriatı getiren bir lider olduğu imajı çiziyor. Sanki Avrupa ve Amerika’da alkol sınırlaması yokmuş gibi “alkol satışı sınırlandı” ya da “erkek ve kız öğrenci yurtları ayrı” gibi argümanlarla Erdoğan’ın özel hayata ve her şeye müdahale ettiği algısı işleniyor. Yöneltilen eleştiriler Avrupa-merkezli bir değerler yaklaşımıyla ele alındığı için, Türkiye’de Avrupa’dan farklı olan her sosyal durum Batı’da tuhaf karşılanıyor.
Mitinglere dair ise Erdoğan’ın seçmeni “başörtülü kadınlar ağlamaya başlıyor, sakallı erkekler dizlerinin üzerine çöküyor” şeklinde karikatürize ediliyor. Bu karikatürize etme durumu, geçmişten beri Avrupa’da Türkiye’ye muhalif çevrelerin zihinlerinde patolojik bir vaka haline gelmiş durumda. Örneğin; “Erdoğan bütün Türkiye’nin Kayseri gibi olmasını istiyor” diyen Der Spiegel, Kayseri’yi “lokantalarında alkollü içki yok, birçok kadın başörtülü ve neredeyse bütün şirketlerde mescit var” şeklinde tarif ederken düştüğü komik durumun farkında değil. Bunun ötesinde aslında sorununun İslam ile olduğunu da İslamofobik bir dil ile itiraf etmiş oluyor.
Erdoğan için “hükümdara dönüştü” ifadesi kullanılırken, “Gezi Direnişi”ne sık sık atıfta bulunuluyor. Gezi Parkı eylemlerine ayrı bir yer ayrılan dosyada, İstanbul’da yeni planlanan projeler eleştiriliyor ve “Taksim’de parkı savunan barışçı insanlara karşı nefret dolu Erdoğan” imajı işleniyor. Tahmin edeceğiniz gibi Gezi eylemlerinde var olan nefret ve vandalizm hiç hatırlara gelmiyor. Yani dosyada bu konuda da bir objektiflik mevcut değil. Hamburg’da Alman polisinin müdahalesi basına Almanya demokrasisini ya da despotizmini nedense sorgulatmıyor, ancak Türkiye hemen otoriter rejim ilan ediliyor.
Çözüm Süreci ile ilgili ise son 10 yılda bir ilerleme yaşandığı değerlendirilmesi yapılsa da, bunun Erdoğan tarafından sadece Kürt seçmeni kazanmak için yapıldığı söyleniyor. Terörle mücadele eden bir ülkenin başbakanının, “siyasi maliyeti ne olursa olsun bu meseleyi çözeceğim” diyerek girdiği riske elbette hiç değinilmiyor. Dosyada, Ergenekon süreci ise vesayetle mücadele değil “muhalifleri temizleme” operasyonu olarak işleniyor.
Aslında dosyanın referans verdiği isimler metnin amacını daha açıkça ortaya koyuyor. Bir bölümünde Abdüllatif Şener’e referansla Ak Parti’nin seçildiği günden bu yana ‘takiyye yaptığı’ tezi işlenirken, diğer yandan Nazlı Ilıcak’a referansla “Erdoğan’ın Ergenekon’dan beri kanun tanımaz biri” olduğu tezi işleniyor. Yine Rıza Türmen, Metin Feyzioğlu gibi isimlerin açıklamalarına referans veriliyor.
Neticede Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakıldığını vurgulayan Der Spiegel, milletin sandığa gideceği 10 Ağustos seçimlerini “despotizme giden yol” olarak görüyor ve “Erdoğan devletinde artık hiçbir engel kalmayacak.” cümlesiyle sonuca bağlıyor.
BATI BASINININ MALZEME DEPOSU: CHP VE TÜRK SOLU
Tüm bu söylemler size çok tanıdık geliyor değil mi? CHP başta olmak üzere Türkiye’de muhalefet, yani ideolojik bağlamına oturan bir sol olmasa da ‘Türk solu’ dediğimiz ve kendisini Türkiye’nin Batılılaşması, modernizasyonu üzerine kuran ve aslında peşine düştüğü “Batılı değerleri” de hiçbir zaman gerçekten tanımayan, şekilciliğin ötesine geçemeyen bu siyasi hareket, bugün Der Spiegel ne söylüyorsa aynısını söylüyor. Bu, oryantalizmin sadece Batı’da değil, içeride de mevcut olduğu gerçeğini gösteriyor. Bir zihnin Batı ile ilişki kurarken yaşadığı Batılılaşma serüveni bazen kendi ülkesine karşı bir oryantalistleşme ile sonuçlanabiliyor.
Batı basınında Türkiye aleyhinde sağlıklı veriye dayanmayan, eksik verilere yaslanan ve oryantalist bir dille yayımlanan söylemlerin hepsini Türkiye muhalefetinden ve özellikle CHP’den duymanız mümkün. Bu, aslında Türkiye’de sınıfsal bir temeli olmayan, ‘Türk solu’ denilen ve dünyadaki sol hareketlerin çizgisi ile de bir alakası olmayan bir siyasi hareketin içinde bulunduğu krizi ve neden iktidar olamadığını ortaya koyuyor. Asker odaklı modernizasyon talepleri tabandan gelmediği için bu tıkanmışlık, seçimle iktidar olamayan ‘Türk solu’nu hep muktedir olmaya mecbur bıraktı, darbeler ile anayasal kurumlar üzerinden vesayet kurulması sonucunu doğurdu. Bu modernizasyonun analizi bize Hilmi Yavuz’un ifade ettiği gibi ‘metonomik’ bir süreci gösteriyor. Metonimi, yani “parçanın bütünün yerine konulması, onun yerine geçmesi”. Türkiye’de Batılılaşmayı savunan çevreler, Yavuz’un da ifade ettiği gibi ‘parça’yı ‘bütün’ün kendisi zannetti ve sembolik bir Batılılaşma serüveninde modernizasyonu sadece yaşam tarzına indirgedi..
BATI VE MİLLİ KOLONİZATÖRLER
Dolayısıyla, bu maceraya Batı’yı tanımaya çalışmak yerine en kısa yoldan nasıl Batılılaşırız kaygısıyla yerel değerleri yok ederek ya da yok sayarak başlayan CHP zihniyeti, hedefini gerçekleştirmek için hep hâkim kanatta olmak zorunda kaldı. Bu gerektiğinde Batılı güçler ile işbirliğini de gerektiriyordu. Bu da koloni haline getirilememiş olan bu topraklarda içeriden türeyen bir ‘milli kolonizatörler’ kesimi oluşturdu. Bugün Der Spiegel ile aynı söylemleri kullanan bu kesimler, bilerek ya bilmeyerek Türkiye’nin bölgede başarısız olmasını isteyen çevrelere hizmet ediyor.
Kendini Anadolu coğrafyasının kültürel öznesi olarak hissetmeyenlerin bu tespitlere asla katılmayacağının farkındayım. Ancak Türkiye’de yaşanan siyasi rekabetin ana hatlarını Der Spiegel ile aynı söylemlere sahip olan ‘milli kolonizatörler’ ile bu kolonizasyona karşı Türkiye’nin önünü tıkayabilecek tüm engellerin kaldırılmasını ve bunun başkalarının rızasına gerek duyulmadan gerçekleştirilmesini isteyenlerin mücadelesi olarak okumak mümkün.