Bir süredir sorulan bir soru bu. Türkiye'nin İdlib'de ne işi var? Deniyor ki Esed ile anlaşalım ve Suriye'deki askeri varlığımızı çekelim. Sanılıyor ki eğer böyle yaparsak Esed ülkenin tamamına hakim olup huzur ve istikrar ortamı tesis edecek, Suriye'de çok acı yaşatan bu lanet savaş son bulacak ve ülkemizdeki Suriyeli misafirler ülkelerine dönecek. Öncelikle hatırlatalım Suriye'deki savaş Türkiye'nin güçlerini Suriye'ye sokması ile başlamadı, çıkarmasıyla da bitmeyecek. Bilakis Türkiye Suriye'de sahada olmaya, oradaki savaşın kendisi için hayati tehditler ortaya çıkardığı, DEAŞ ve PYD gibi terör örgütlerini sınırının hemen ötesinde söz sahibi yaptığı için karar verdi. Peki Türkiye'nin bu kaosun bir sonraki durağında İdlib'de hala ne işi var? Neden bu kaos ortamını terk edip, kapıyı pencereyi sıkıca kapatıp içeride fırtınanın dinmesini beklemiyoruz? Cevap basit, bu mümkün değil. Bunu değil biz, Suriye ile sınırı olmayan Avrupa ülkelerinin bile başaramadığını Barselona'da, Londra'da, Stockholm'de, Paris'te, Berlin'de ve daha pek çok Avrupa şehrindeki terör saldırılarında gördük.
Kaldı ki bizi hedef alabilecek tek örgüt DEAŞ da değildi. Bir yandan DEAŞ'ın hedefi olurken bir yandan da PKK/PYD terörüyle mücadele etmek zorunda kalan bir ülkeydik. Tekil terör saldırılarının ötesinde sınırlarının dibinde terör devleti kurulmak istenen de yine bizdik. Bu tehlike büyümesin diye Fırat Kalkanı Harekâtı ile Suriye'ye girildi ve saha kontrol altına alındı. Bugün İdlib'in geleceğinde söz sahibi olmak isteyişimizin de sebebi bu. İdlib'de yaşanacak bir savaş sonrasında bölgede oluşabilecek otorite boşluğunu Türkiye'yi hedef alacak terör örgütlerinin doldurması riski göz ardı edilecek türden değil. Kaldı ki rejim güçleri İdlib'de kesin bir zafer kazanıp bölgenin hakimiyetini ele alsa dahi buranın rejim tarafından Türkiye'yi hedef alacak terör örgütlerine açılması riski de var. El-Bab'dan Afrin'e kadarki terör koridorunu kontrol altına alarak bu tehdidi bertaraf eden Türkiye bu sefer sınırının biraz aşağısından yeni bir terör koridoru kurulmasına izin veremez. Dahası şu an İdlib'de El-Kaide ile bağını sürdüren grupların varlığı bir gerçek ancak bunların dışında Türkiye ile koordine olabilen, terör örgütleriyle bağı olmayan yapıların radikalleşmesi de bir diğer risk. Bugün üç milyonun üzerinde bir nüfus barındıran İdlib'de işinde gücünde, Suriye şartlarında mümkün olabildiği kadar normal bir hayat yaşayan yüz binler var. Savaşın bu yüz binlerin hayatına doğrudan girmesi bu kitleyi radikalleşmeye itebilecek, bölgede DEAŞ türü yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilecek bir risk. Cerablus'tan El-Bab'dan DEAŞ'ı söküp atan Türkiye Hatay'ın hemen yanında yeni bir terör merkezine izin veremez. Türkiye Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarıyla Kuzeybatı Suriye'yi terörden arındırdı. Burada inşa ettiği okullar, hastaneler ve sağladığı pek çok kamu hizmetiyle bölgeyi ıslah etti, ediyor. Türkiye'deki Suriyeli misafirlerden bu bölgeye geri göçler yaşandı, istikrar ortamı devam ettikçe sürecek. İdlib'in rejim güçleri tarafından ele geçirilmesi yahut yeni bir muharebe alanı olarak ortaya çıkması şehrin hemen kuzeyinde inşa ettiğimiz düzeni de istikrarsızlaştıracaktır. Konu kazanımlara gelmişken unutmayalım ki Türkiye'nin Suriye'nin geleceğinin belirlenmesindeki ağırlığı sahadaki ağırlığı ile paralel artıp azalmaktadır. İdlib'de etkisi olmayan bir Türkiye'nin savaş bittiğinde yeni bir düzen kurulurken masadaki ağırlığı da azalacaktır. Buraya kadar Türkiye'nin kendi güvenlik kaygılarından dolayı gerekçelere değindik ancak işin bir de Suriye tarafı var. En başta Türkiye yeni bir insani kriz yaşanmasına, belki kimyasal silahlarla belki ağır bombardımanlarla on binlerce sivilin öldürülmesine razı değil. Canını kurtarabilen yüz binlerce Suriyelinin tekrar evinden yurdundan edilmesine, Türkiye'de veya başka bir ülkede vatansız yaşamasına, bu ülkelere ulaşmaya çalışırken yolda canlarından olmalarını istemiyor. Kaldı ki Özgür Suriye Ordusu çatısı altında Türkiye'nin yönetimindeki askeri harekatlarda PKK/PYD ile çarpışırken can veren yüzlerce Suriyeli var. Türkiye bu kişilerin silah arkadaşlarını, ailelerini yüz üstü bırakacak, belki rejimin belki PKK'nın namlusuna terk edecek bir ülke değil. Buraya kadar Türkiye'nin İdlib'e kayıtsız kalamayacağını gerekçeleriyle yazdık ancak bölgedeki tek güçlü aktör Türkiye değil. Rusya'nın da İdlib'e kayıtsız kalması beklenemez. Rusya'nın Suriye'nin geleceği konusunda küresel rakip olarak gördüğü ABD'yle masaya oturmadan önce Fırat'ın batısındaki kontrolünü genişletmek ve pekiştirmek istemesi doğaldır. Kaldı ki Rusya Lazkiye'deki Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü'nün güvenliğini sağlamak için İdlib'i kontrol altına almak isteyecektir. İşte bu sebeplerle İdlib'in tümüyle bizim etki sahamız olarak tanınmasını beklemek de saflık olur. Bunun farkında olan Türkiye İdlib'de yaklaşan savaşı önlemeye, en azından geciktirmeye çalışmıştır. Kazandığı sürede İdlib'deki radikal unsurları masaya oturtmaya çalışmış ancak görünen o ki ikna edememiştir. İdlib'in geçmişte Türkiye'ye yakın gruplara da saldıran Heyet-i Tahrirü'şŞam gibi örgütlere terk edilemeyeceği kaçınılmaz bir gerçektir. Bu riski gören Türkiye İdlib'de yaşanabilecek bir savaşın yaratacağı insani krizde yollara düşecek yüz binlerce sivili Suriye'de kendi kontrolünde tuttuğu alanlarda ağırlayabileceği kamplar yapmakta, mevcut kampların kapasitesini artırmaktadır. Türkiye bu yolla yaklaşmakta olan savaşı tümden durduramayacaksa bile yaşanacak insani krizin doğuracağı zararları minimize etmeye çalışmaktadır. Türkiye'nin yoğun diplomasi trafiğiyle bu savaşı önleyerek, en azından geciktirerek elde etmeye çalıştığı bir kazanım da İdlib'de bir savaş yaşanacaksa bile savaşın radikal unsurların kontrolü dışındaki bölgeye taşmasını önlemek, Ankara'ya yakın pozisyon alabilen grupları savaşın dışında tutabilmek, bu gruplar üzerinden İdlib'in kimi yerlerindeki nüfuz alanlarını kaybetmemektir. Sonuç itibariyle Türkiye'nin İdlib'e kayıtsız kalması beklenemez ve bunun için çok sayıda nedeni vardır. Ancak İdlib'in kaderini tek başına tayin etmesi de mümkün değildir. Bu durumda Türkiye'nin önceliği yaşanabilecek insani krizin etkisini azaltmak, savaşın İdlib'in tümüne yayılmasını önlemek ve olası bir savaş sonrasında şehrin geleceğinde söz sahibi olmaktır.
[Sabah, 8 Eylül 2018].