Türkiye’nin ekonomik, askerî ve diplomatik kapasitesinde yaşanan ciddi artışların dış politikanın daha bağımsız bir şekilde yürütülmesini mümkün kıldığını da ifade etmiştik.
Dış politikanın daha etkin ve bağımsız bir görünüm almasının göstergelerinden biri de Türkiye’nin gerektiğinde yurt dışında kapsamlı askerî müdahaleler gerçekleştirebilmesidir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları ile Kuzey Irak’ta PKK’ya karşı aylar önce başlatılan ve hedefi Kandil olan geniş operasyonu mümkün kılan iki faktörün altını çizmek gerekir.
Bunlardan birincisi AK Parti yönetiminin terörü sona erdirmek konusundaki kararlılığı, ikincisi ise güvenlik güçlerinin bu operasyonları yürütebilecek komuta kademesi ve teçhizata kavuşmasıdır.
Teçhizat meselesine bir önceki yazıda değinmiş ve başta SİHA’lar olmak üzere Türk ordusunun silah kapasitesinde artan yerlilik oranının hareket alanını ve etkinliğini artırdığını ifade etmiştik.
Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadele ve diğer tehditler konusunda etkinliğini artıran asıl husus, başta FETÖ olmak üzere ordu içerisine sızmış illegal yapıların 15 Temmuz darbe girişiminin ardından temizlenmesine yönelik atılan kararlı adımlar oldu. Bu şekilde ordunun, halkın tercihleriyle iktidara gelmiş hükûmetin dış politika konusunda gösterdiği hedeflere uygun adımlar atması mümkün oldu.
Ordunun yerli olmayan ve antidemokratik unsurlardan arındırılması Türkiye’nin dış politikadaki hareket kabiliyetini ve etkinliğini artırarak Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarını mümkün kıldı. Zira silahlı kuvvetlerin, Batılı demokrasilerdeki gibi seçilmiş meşru iktidara itaat etmesi dış politikanın etkinliği ve başarısının en temel şartlarından biridir.
AK Parti döneminde dış politikanın etkinliği açısından atılan bu adımlara değindikten sonra, bu dönemde temel dış politika alanlarında nasıl bir yol izlendiğine bakalım...
Önce Türk dış politikasının en önemli alanı olan Batı ile ilişkilerin nasıl dizayn edildiğine ve bunun ardından ortaya çıkan sonuçları ele alalım.
AK Parti döneminde Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini özetlemek gerekirse kullanılması gerekli kavram “Türkiye’nin bağımsızlık arayışı ve Batı’nın histerik tepkisi” olmalıdır.
Evet, AK Parti döneminde Türkiye, Batı’nın kendisi üzerindeki nüfuzunu kırmak için adım attıkça başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin sert ve çoğu zaman rasyonel olmayan tepkileriyle karşılaştı. Ankara ve Batılı başkentlerin bu tutumlarında ısrar edip geri adım atmaya yanaşmaması ise bir kısır döngü oluşturup taraflar arasında ilişkilerin her geçen gün gerginleşmesine yol açtı.
2023 hedefleri çerçevesinde küresel güce yükselmeyi arzu eden Türkiye’nin Batı’ya olan bağımlılıktan kurtulması gerekiyordu, zira uluslararası ilişkilerin çıkar eksenli doğası Batı’nın, Türkiye’nin kendi nüfuz alanından çıkıp rakip bir güç olarak ortaya çıkmasına müsaade etmek istemeyeceğini söylüyordu.
Bu durumda, Türkiye’nin bağımsızlık arayışı karşısında Batı’nın tepkisini neden “histerik ve irrasyonel” olarak tanımlıyoruz?
Bunun temel sebebi, Batılı ülkelerin Türkiye’ye müdahale girişimleri karşısında Türkiye’de güçlü bir direnç oluştuğunu, bu direncin müdahale maliyetlerini çok fazla yükselttiğini ve bu şekilde Türkiye’yi müttefik olarak da tamamen kaybetmekte olduklarını görememeleridir.
Bu artan maliyete rağmen Türkiye’yi zorla yeniden eski Batı yörüngesine oturtma çabaları artık uluslararası ilişkiler biliminin temel kurallarıyla da açıklanamayacak düzeyde bir irrasyonellik barındırıyor. AK Parti iktidarının bağımsızlık konusundaki kararlılığı Batılı ülkeleri Türkiye ile artık farklı bir düzlemde yeni bir ilişki kurmaya yöneltmesi gerekiyordu.
Ancak 15 Temmuz darbe girişimi, FETÖ ve PKK/PYD terör örgütlerinin desteklenmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik karalama kampanyasının sürdürülmesi gösterdi ki, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri Türkiye ile ilişkilerinde rasyonel bir yola girmeye zorlanıyor. Bu yıkıcı politikaya karşı Türkiye’nin göstermesi gereken tavır direnmek ve bağımsızlık konusunda ısrar etmekti ve AK Parti iktidarı da Batı karşısında bu yolu tercih etti.
Gelecek yazıda, AK Parti döneminde Orta Doğu ve Rusya ile ilişkilere ve Türkiye’nin diğer bölge politikalarının bilançosuna bakalım...
[Türkiye, 6 Haziran 2018]